30 Eylül 2014 Salı

Hiç. Bildiğin gibi işte...

Gelen mektupla aklım Engin ile yatıp Engin ile kalkıyor. İletişimi kopartmak istediğim ve bu sonu olmayan ilişkiye son vermek adına direniyorum ve aramıyorum. İletişimsiz kaldıkça onu daha da merak eder oluyorum.

Telefonum çalıyor. 

"Yine kayboldun Ender! Burda herşey sarpa sarmış durumda. Ege işlere gömüldü. Günlerdir görüşemiyoruz. Yanına olmak istiyorum, izin vermiyor"

"Hayatım, normal tabi… Kolay mı… Biraz zaman ver adama. İşlerini toplasın"

"Tamam da şekerim destek olmak istiyorum"

"Onun şu an tek istediği şey şu durumu kurtarmak. Senin verebileceğin en büyük destek onun şu an ki ilgisizliğini hoş görmek ve onun istediğini yapmak"

"Offf yaa… Bilmiyorum. Yani bir şekilde çözüm yolları bulunmuş ama yine de çok zaman alacak halledilmesi. Sen nerelerdesin yine ya?"

"Hiç. Bildiğin gibi işte..."

"Bu arada şu Los Angeles'daki Ender çok yardımcı oluyor Ege'ye. Çocuğun arkası baya sağlam çıktı"

"İyi sevindim"

İki günlük tanıdığı adama dünyanın bir ucundan nasıl böyle yardım ediyor anlayamıyorum. Her zaman ki gibi fazla üstünde durmuyorum ve kendi dünyama dönüyorum. Tezime yoğunlaşıyorum. Günlerce yazıyorum ve yazıyorum. Burdaki tek Türk arkadaşım Ece arıyor, beni ziyaret etmek istediğini ve benden bir ricası olduğunu söylüyor. Akşam için sözleşiyoruz. Tam saatinde elinde bir şişe "Napa Valley" şarabı ile kapıda beliriveriyor. Uzun zamandır görüşmemiştik. Birbirimizi özlediğimizi farkediyoruz. Heycanla koltuğa yerleşiyoruz. Biraz peynir, biraz meyve ve şarap… Büyük bir iştahla bana görüşmediğimiz süre içinde olup bitenleri anlatıyor. 

"Biliyorsun uzun zamandır görüştüğüm bir çocuk vardı, hani şu Musevi olan… Ailesi Müslüman kız istemeyiz filan demişti hani. Bir ay önce bana süpriz yaptı. Bir baktım kapıda elinde bir tek taşla duruyor öyle. Kafayı yemek üzereydim. Bir hafta burda kaldı. Sizi tanıştırmak istedim ama ulaşamadım sana. O da çok istedi tanışmak amaaaaa çok kısa zamanda tanışacaksınız çünkü evleniyoruz!"

"İnanmıyorum! Çok sevindim. Umarım Türkiye'de olurum"

"Yok hayatım umarım burda olursun çünkü nikahımız burda olacak. Bahsetmiştim ya sana Amerikan vatandaşı diye. Onun için burda nikah olacak, şöyle aile arasında. Zaten Los Angeles'da bir sürü tanıdıkları var. Şimdi sıkı dur senden çok önemli bir şey isteyeceğim. Bu küçük nikah organizasyonuna senin sihirli parmakların değsin istiyorum"

"Nasıl ya ? Organizasyonu ben mi yapayım?"

"Eveeet… Senin zevkine ve organizasyon yeteğine inanılmaz güveniyorum. Lütfen kırma beni."

"Ya ne demek keyifle yaparım, biliyorsun ama senin en önemli günün daha profesyonel birine verseydin keşke"

"Saçmalama! Türkiye'de yakınların için yaptığın organizasyonların hepsini biliyorum ve benimkini de en az onlar kadar harika yapacağını da…"

Ece'nin bu teklifi beni inanılmaz heycanlandırıyor. Uzun zamandır süre gelen bu hüzünlü havadan anca böylesine bir organizasyonla kurtulabilirim. Yapmaktan en keyif aldığım iş diyebilirim sanırım. Düğün organizasyonu insanların en mutlu gününe zemin hazırlamak bir nevi… Kabul ediyorum büyük memnuniyetle. Evlenen biri daha, ne mutlu onlara… 

"Eeee… Anlat bakalım sende ne var ne yok?"

Her zaman ki gibi klasik cevabımı veriyorum.

"Hiç. Bildiğin gibi işte…"

1 yorum: