4 Eylül 2014 Perşembe

Bir yolculuk…

1 Eylül 2014 - Pazartesi

San Francisco Havaalanı'na vardığımda Moskova uçağı için anons yapılıyordu. Hızlıca check-in yaptırıp gümrükten geçtim. Her havaalanında olduğu gibi ordan oraya koşturan onlarca insan arasından sıyrılıp Moskova uçağındaki yerimi aldım. Her uçağa bindiğinde hayatının aşkıyla tanışacağına inan ben, bu sefer öylesine şuurunu yitirmiş şekildeydim ki yanımda oturanı farketmedim bile. Uçak aprondan yavaşça ayrıldı. Pistteki yerini almak üzere ilerlerken nereye ve neden gittiğimi düşündüm. Bir anda arkada bıraktıklarımı, hayal kırıklıklarımı ve en önemlisi ailemi hatırladım. Uçak hızlanmaya başladı ve havaalandı. Gerçekten pişman olmak ve vazgeçmek için geç kalmıştı. Ellerim, kollarım, ayaklarım ve daha da kötüsü kalbim, beynim geriliyordu. Biraz rahatlamak için pencereden aşağıya baktım. San Francisco'dan gittikçe uzaklaşıyordum ve şehir gittikçe daha da güzellişiyordu. Golden Gate'in ihtişamı bana Boğaz Köprüsü'nü  hatırlatmış ve içim bir kez daha burulmuştu. Arkama yaslanıp düşünceleri kafamdan kovmaya çalışırken yanımdaki bana doğru yaklaştı.

"Bana bu kadar güvenmenize sevindim."
"Efendim?"
"Uzun bir yolculuğa çıktık ve bana güveniyorsunuz."
Algılarım bozulmuştu. Kabin ışıkları hala açık değildi ve uçağın motor sesi herşeyi daha da zorlaştıyordu. "Pardon, anlamadım."
"Elimi kangren yaptınız diyorum."
Adamın eline hangi ara öyle yapıştığımı bilmiyorum ama elini bıraktıktan sonra kasılan parmaklarım, uzun bir süre oldukça sıkı bir şekilde tuttuğuma işaret ediyordu. Utanmıştım. Ne diyeceğimi bilemedim. 
"Ay çok özür dilerim. Ben hiç farkına varmamşım."
"Rica ederim. Merak ettiğim madem bu kadar korkuyorsunuz, nasıl göze alıyorsunuz tek başınıza uçağa binmeye?"
"Aslında uçaktan korkmuyorum ben. Zaten genelde hep yalnız seyahat ederim."
"O zaman yanınızdaki ile tanışmak için bir taktik diyebilir miyiz?"
Gittikçe daha da zorlanıyordum. Darmadağın olmuş kalbim ve beynim yetmezmiş gibi bir de utancımla yüzleştiriyordu bu adam beni.
"Yok. Ben sadece gergin bir gün geçiriyorum sanırım. Eee, evet… Siz Türk müsünüz?"
"Hayır, ben dilinizi çok iyi konuşan bir Amerikalıyım" suratındaki alaycı tavır beni yerin dibine sokmuştu. Böyle aptallıkları anca romantik komedi filmlerindeki kızlar yaparlardı. Benim bu denli aptal şeyler yapıp sevimli gözükmeme imkan, ihtimal yoktu. Tipim müsait değildi herşeyden önce. Çatık kaşlarım, siyah saçlarım, belirgin olmayan küçük gözlerim, balıketinden hallice vücudum… Bunların hiçbiri romantik komedi kızlarına uymayan tasvirler…
"Eee, evet… En iyisi ben daha fazla konuşmayım."
"Ender…"
"Efendim?"
"Ender diyorum. Memnun oldum tanıştığımıza."
"Adımı nerden biliyorsunuz?"
"Adınızı bilmiyorum. Henüz söylemediniz. Ben Ender."
"Aaa… Bende Ender, memnun oldum"

San Francisco'dan Moskova'ya giden uçakta iki Türk "Ender" olarak yan yana oturmuştuk. Aklıma "Aşk Tesadüfleri Sever" filmi gelmişti. Ne saçma bulmuştum o filmi. Gerçek hayatta olmayacak bir sürü tesadüfler zinciri ve aşk… Oldu canım. Benim hayatımda hiç tesadüfi şeyler olmamıştı ve olmuyordu. Herşey benim zorlamamla, çabalamamla oluyordu. Hayatımı kolaylaştıran bir tek şey vardı o da ailem. Maddi anlamda hiç bir zorluk çekmemiştim. Belki çok lüks değildi ama standartların biraz üstündeydi ve ben bununla gayet mutluyum. Manevi olarak güçlerini hep arkamda hissettim ve hissediyorum. Diğer aileler gibi çok içli dışlı bir ilşkimiz olmasa da sevgi dolu bir aileyiz. Evli olan iki ablam ve benden 4 yaş küçük erkek kardeşimle hiç bir zaman tam kardeş olamadık ama birbirimize her zaman destek oluyoruz. Dört kardeş olarak aile şirketimizde çalışmaya programlandık. Bunu ben hariç kimse sorgulamadı. Ben sorgulamaya başladığım an "business" bir şey okumayacağıma emindim. Gittim, Ankara'da Psikoloji okudum. Ne kadar iyi edip etmediğimi bölümden mezun olup aile şirketinde çalışmaya başladığımda anladım. Psikolojiyle ilgilenen herkes gibi hafif aklı limonlu bir tipim ama bu her zaman dışarıya nüksettirmiyorum. İş hayatı bana özendiğim güçlü kadın imajını çok iyi veriyor. Bundan dolayı içimde bastırmaya çalışıtığım entellektüel arada sırada benden hesap soruyor. Biraz melankolik günler yaşayıp içimdeki entelektüeli tatmin ediyorum. Sonra topuklu ayakkabılarım, laptop çantam ve kendinden emin duruşumla yola devam ediyorum. İş hayatında yaşadığım sorunların hepsi "business" yerine psikoloji okumaktan kaynaklı oldu. Buna bir son vermek adına ABD'de MBA yapmaya karar verdim. Ocak ayından beri San Francisco'daki tek göz sevimli evimde yaşıyorum. Buraya geldiğimden beri türlü saçmalıklar yaptım. Şimdilerde hatalarımla yüzleşmek ve onları tekrarlamamak üzerine çaba gösteriyorum. Evimdeki çaydanlık, cezve ve nazar boncuğu gibi objeler buraya ait olmadığımı ve hiçbir zaman olmayacağıma dair imza atıyor. 

Kabin ışıkları açılmış, hostesler ortalıkta gezinmeye başlamıştı. Herkes kendisine bu uzun yolculuk için bir pozisyon belirlemişti. Herkes birbir kategorilere girmişti. Kitap okuyanlar sınıfı, film severler sınıfı, çenebazlar sınıfı, uykucular sınıfı… Ben kendime bir türlü uğraş bulamamıştım. Yanımdakiyle bir an birbirimize baktık. Adaşlık ve Moskova uçağındaki kader ortalığımızın yanına bir de ikimizinde yapacak bir şey bulamaması eklenmişti. O ana kadar ki konuşmalarımızı göz önünde bulunduracak olursak benim zekamı kendisine layık bulmamış olması gayet normaldi. Bir kelime etsem yine gülünç olacağımı düşünüyordum. Yukarda Allah var, yine yardım etti. Gün geldi ve devran döndü. İfadesiz, boş bir surat ifadesiyle "Moskova'ya mı gidiyorsunuz" diye sordu. 
"Aaa bu uçak Adana'ya gitmiyor mu?"
"Eee, evet… Tamam. Bu sefer sen kazandın."
"İntikam, soğuk yenen bir yemektir."
Yüzünde haince bir gülümsemeyle "Yemeği sevdiğiniz belli."

Kaba, küstah, kibirli… Neye uğradığımı şaşırdım. Hiç bir şey söylemeden yastığı pencereyle başımın arasına sıkıştırdım. Koltuğumu biraz arkaya doğru yatırdım. Ergenliğimden itibaren hiç bir zaman zayıf kategorisine girmedim. Yemek yemeyi sevdiğim doğru olsa da benim yarım kadar olan ama benden iki kat daha fazla yiyen insanlar kadar yemek yemedim. Sporla gel-git li bir ilişkimiz oldu hep ama sonuç olarak spor konusunda bakire değilim. Hayatımın her döneminde hep spor oldu. Kilolu olsam da şişko kategorisine de hiç girmedim. Her şey bir yana uçakta yanımda oturan adamdan böylesine iğneleyici bir söz duymayı hiç ama hiç haketmedim. 

"Ender, kusura bakma. Bir anda ağzımdan çıktı. Lütfen yanlış anlama."
Öylesine sinirlenmiştim ki aptal gözükmek umrumda değildi. "Yanlış anlamıyorum. Sizin gibi bayağı insanların böyle belaltı vurmasını gayet doğal karşılıyorum. Sadece yarım saattir tanıdığınız bir insana kinayeli cümleler kurarak zeka pırıltısı göstermeye çabanızı da takdir ediyorum. Umarım bir gün o küçük beyninizi farkedecek birisini bulursunuz. Ben şimdi uyumak istiyorum. Yemek servisi geldiğinde benim için iki servis alın da ilerleyen saatlerde acıkıp sizi yemeyim." Yüzüne bir dumur inmişti. Bunca kelimeyi arka arkaya ben nasıl söylemiştim, hayret doğrusu. Bu romantik komedi filminden çıkıp iyice trajikomik bir film haline girmişti. Umrumda değildi. Yastığı tekrar yerine koyup başımı yasladım.

Gözümü kapattığımda az önce olanları birbir kulaklarımda çınlıyordu. Gerçekten çok mu şişmandım acaba? Daha zayıf bir kız olsaydım belki de Emre benim için daha çok çaba sarfedecekti ve ben kendimi onun kapısında kulu gibi hissetmeyecektim. En kötü ihtimalle yıllarca dünyanın bir ucundan yürütmeye çalıştığımız "ilişki"nin sonunda, tam da onun yaşadığı topraklara gelmişken hayatındaki insana rağmen benimle bir kez daha denemek isteyecekti. Ben daha zayıf ve alımlı bir kız olsaydım, belki de Emre'ye beş sene boyunca böyle hastalıklı bir aşk beslemeyecektim. Böylece Emre'nin ruhumda açtığı yaraları Engin ile kapatmaya çalışmayacaktım. Engin ile tanışmasaydım, kendime bu denli ters düşen şeyler yapmayacaktım ve bu uçakta olmayacaktım.

Ooofff… Belkiler, keşkeler… İşte bunlar hep pişmanlıklar… Sahi Engin'nin yanına gidiyordum ben. Gözümü karartmış, yedi aydır kendimle olan beraberliğime son vermiş, Engin'in yanına gidiyordum. Beni sevdiğini bildiğim ama bunu bana hiç söylememiş olan Engin… Her derdini dinlediğim ama hiç derdimi dinlememiş olan Engin… Yanındayken dünyayı unuttuğum ama kendimi hatırladığım Engin… Beni bir dokunuşuyla, bakışıyla mutlu eden ama onunla olmaktan acı duyduğum Engin… Hiç derdimi dinlememiş olan ama aslında tüm dert ettiklerime derman olan Engin… Aslında hiç hayatımda olmayacak ama iki yıldır hep hayatımda olan Engin… Gözlerim yanmaya başlamıştı tutmaya çalıştığım gözyaşlarım yüzünden. Sonunda dayanamadılar ve yanaklarımdan acı acı süzüldüler. Yüzümü yastığa doğru çevirdim. Oturduğum yerden beynim ve ruhum bedenimi öylesine yormuş olacak ki uykuya dalmışım. 

Sarsıntıyla uyanmıştım. Artık her nasıl bir yerden geçiyorsak bitmek bilmeyen bir türbülansa girmiştik. Densiz Ender'in gözlerini dikmiş bana baktığını hissetmiştim ama kafamı çevirmemiştim. Sarsıntı bitmesini beklerken yastığa sarılmıştım. Önüme bir el uzandı. "Bunu bir zeytin dalı olarak kabul et. Biraz daha yastığa sarılırsan pamuğa dönüşeceksin" O zaman kadar hiç takınmadığı samimi ve yumuşak hali ne kadar da sahte gelmişti.
"Teşekkür ederim. Zeytin dalı uzatılacak bir durum olduğunu sanmıyorum. 28 yaşına kadar sizi tanımadan yaşadım. Bundan sonra da yaşayabilceğimi düşünüyorum."
"Evet. Haklısın ama bu yaklaşımla hayatımızda ailemizden başka kimse olmaması gerekiyor."
"Benim gerçekten sizinle arkadaş olmaya ihtiyacım yok. Hele ki şu an sizinle konuşmak en son ihtiyacım olan şey."

Yüzünde hiç beklemedik gerçekten samimi bir ifade gördüm. Ciddi anlamda söylediklerinden pişman bir ifade. Hoşuma gitmişti ama gerçekten daha fazla gücüm kalmamıştı. 12 saatin ardından Moskova Havaalanına indik. Densiz Ender ile her şeye rağmen kibarca vedalaşıp bağlantılı uçağa yetişmek için yola koyuldum. 


8 yorum:

  1. merabaa. hoşgeldiniz bloguma da aramıza da. ne tatlı olmuş bu öykü. san francisco'dan moskovaya ha. ilkini iyi biliyom da ikincisini görmedim. ama şu anlattığınız iki ilişki de bence unutsanız daha iyi olur yaaa. uçaktaki ender de hoş olmuş. hımm hacettepe psikoloji olsa gerek :) psikoloji okuyup business zor olmalı evet ama bak ne güzel yaşıyorsunuz işte :) görüşürüz yinee ki. yakında çok arkadaşınız olur. ben getiririm size çok çok :)

    YanıtlaSil
  2. geçerken bi selam diyim didim :)

    YanıtlaSil
  3. Deeptone çok teşekkür ederim zaman ayırdığın ve yorumladığın için. Bu hikayenin devamı gelecek. Yazmanın sonu yok ama okuyucu motivasyonu önemli. Desteğin için tekrar teşekkürler...

    YanıtlaSil
  4. son yazımda sen varsın. gördün mü. bloguna üye olanlar nasıl oluyor sölesene ya. :)

    YanıtlaSil
  5. Bildiğin çok mutlu oldum beni unutmadığın için. Siteye tek üye olan joujouya sormak lazım bunu ;) ben bu konuyla bi ilgileneyim ;)

    YanıtlaSil
  6. ayarlardan girip "izleyiciler" gadget'ını ekleyebilirsin. daa kolay :)

    YanıtlaSil
  7. bi de yine ayarlardan girip (panelden yani) yorumlara gidip "kelime doğrulama" yı kaldırır mısın ya. yorum yaparken büssürü kelime rakam yazmak zorunda kalıyoruz da. lüfteen :)

    YanıtlaSil
  8. Hepsi tamam sanırım şimdi ;)

    YanıtlaSil