30 Eylül 2014 Salı

Bir mektup...

Eve döndüğümde sanki Eliz hiç buraya gelmemiş gibi hissediyorum. Onunla geçirdiğim günler bir boşluk yaratıyor zihnimde. Herşey yerli yerinde öylece duruyor evde. Özlemişim. Evimi seviyorum. Sıcak, samimi, sessiz ve güvenli… Şehrin o canlı akan hayatı güzel olsa da böylesine bir sığınağımın olması beni rahatlatıyor. Duşa giriyorum. Bütün yol yorgunluğunun tortusunu üstümden atmak istiyorum. Nedense bu sefer fonda MFÖ var. Çok severim ama sadece yolda dinlerim. Benim için yol arkadaşıdır MFÖ… Suyun altında beynim temizleniyor sanki. Son zamanlarda yaşadıklarımı başka bir gözle görmeye başlıyorum. Aklıma Ege geliyor, üzülüyorum. Çabuk geçiyor Ege'yi düşünmem. "Tam ortasındayım" çalıyor şimdi. Engin'in şarkısı… İçim buruluyor. Hayatımda farketmeden nasıl da yer etmiş. Onu bu kadar özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Hayata kızgınım bizi yanlış zamanlarda karşılaştırdığı için. Vücudumu liflemeye başlıyorum. Şu hevesle aldığım ama ağır kokusundan rahatsız olduğum hindistan cevizli duş jeli… Bacaklarımı liflerken yaralarımı görüyorum. İyileşiyorlar ama izleri geçmeyecek. Kabukları dökülüyor ama ince ince çizgiler kalacak. Engin'in bacağındaki derin yara izi geliyor aklıma. Çocukken ağaçtan düşmüş bir demir parçasının üstüne. Tebessümle anlatmıştı yatak sohbetlerimizden birinde. Severim insanların yüzündeki kırışıklıkları, vücutlarındaki izleri. Hatırası olan şeylerdir. Yaşanmışlığın vücuda yer etmesidir. Maalesef kendi vücudumdaki bu izleri sevmiyorum. Onlar kalbimin incilmişliğini yansıtıyor. Nasıl vücudumdan silinmeyecekse kalbimden de silinmeyeceğini söylüyorlar adeta. Sinirim bozuluyor, vücudumun bu görüntüsüne daha fazla katlanamayıp duştan hızlıca çıkıyorum.

İnsan ailesinden, sevdiklerinden bu denli uzak olunca kendini düşünecek çok vakti oluyor. Kimsenin derdi seni o kadarda germemeye başlıyor. Bencilleşiyorsun. Bu denli yüzeysel insanların sahte sevgi  ve ilgi gösterişlerinden yalnızlığın artıyor. Yalnızlık arttıkça sadece kendinle uğraşır oluyorsun. Bu da zamanla bir alışkanlık oluyor. Ege'nin yaşadığı büyük kriz beni zerre kadar ilgilendirmiyor şimdi. ne büyük ayıp… Kendimi suçlarken buluyorum. Sonra geçiyor. Emre geliyor yine aklıma. Onu şimdi daha da iyi anlıyorum. Nasıl böyle bencil ve ruhsuz olduğunu daha net görüyorum ve "iyi ki…" diyorum. "İyi ki olmamış bu ilişki…"

Islak vücudumu kuruluyorum. MFÖ'den bana hiçbir şeyi hatırlatmayan bir şarkı çalıyor şimdi, ne mutlu… "Mazeretim vaaaar. Asabiyim ben!" Islak saçlarla baş etmek bana neden bu kadar külfet geliyor acaba? Onları havluya sarıp kremleniyorum. Her zaman ki gibi sevdiğim şeyleri ilk yapıyorum, sevmediklerimi sona bırakıyorum. Üzerime yazlık lacivert tiril tiril bir elbise geçiriyorum. Şehirde amaçsızca dolaşmayı özlediğimi farkedip kendimi sokağa atıyorum.

San Francisco'nun her köşeyi döndüğünde değişen havası benim dalgalı kur olan ruhuma çok hitap ediyor. Rüzgarlı ve soğuk bir sokaktan bir aşağıdakine indiğinizde güneşli ve sıcak olabiliyor. Dizlerde derman bırakmayan yokuşları zaman zaman isyan ettirse de seviyorum ben bu şehri. Pier 39'a doğru yol alıyorum. Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor. Pier'in içindeki Fransız krepçiden en sevdiğim olan nutella'lı krebimi alıp deniz kenarında bir banka ilişiyorum. Huzurla doluyorum. Karşımda Alcatraz Adası… Zamanında onlarca insanı içine hapsetmiş… Şimdilerde mutlu turistlerin uğrak yeri. Özgürlüğüm aklıma geliyor. mutlu oluyorum. Çok geçmeden içimde bir yer ince ince sızlamaya başlıyor. Mutluluğu, huzuru, keyfi paylaşmak istiyorum. Konuşmak değil ama. Sadece bir omuza başımı koymak… Güven kokan bir adam… Nedense aklıma gelen ilk isim Engin. Ne zaman bir adam hayal etmeye başlasam veya yanımda bir adamın eksikliğini hissetsem aklıma Engin geliyor.

Hava serinliyor. Eve dönüyorum taksiyle. Uzun zamandır bakmadığım posta kutum geliyor aklıma. İçim daralıyor. Kimbilir kaç tane fatura, bildirim, trafik cezası birikmiştir. Kaçış yok deyip açıyorum kutuyu. Yarısı dışarı dökülüyor. Hepsini bağrıma basıp eve çıkıyorum. Tam tahmin ettiğim gibi onlarca ödenmeyi bekleyen zımbırtılar… Arada bir tane mektup zarfı var.

Gönderen: Engin Dağlıca

Geçenlerde kokun geldi burnuma. Sarhoş oldum içmeden. 
Üstad hislerime tercüman olmuş resmen 
'İnsanın başına ne gelirse merakından gelir demiş eskiler, baktım olmuyor, ben seni merak edeyim, sende geliver' Cemal Süreya 

Ağlıyorum. Hiç durmadan ağlıyorum. Engin ki bana sevdiğini söylemek kenara dursun hissettirmedi bile. Mutluyum ama mutluluktan ağlamıyorum. Acı çekiyorum. Yüreğim "gelsem ne olacak" diye çığlıklar atıyor. Aşık olmamak, kaptırmamak için insan bu kadar tutabilir mi kendini. İftar vakti orucunuzu açmanıza izin verilmemesi gibi bir şey bu. Elleriniz bağlı, ağzınız sımsıkı bağlı… Aç ve sussuz… Önünüze bir sofra kuruluyor ama başkaları yiyor. İşte ben aşka öyle aç ve sussuzum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder