16 Eylül 2014 Salı

Hotel California

Las Vegas'dan Los Angeles'a…

Son iki gündür kumarhaneden çıkmıyorum. Bir sürü kumarhane arkadaşım oluyor. Eliz'le Ege'yi başbaşa bırakıyorum. Bir bakıyorum zorlu bir kavga ardından sevgi yumağıi aşk pötürcüğü oluveriyorlar. Onların bu hallerini gördükçe 'yok anam yok… ben ilişki sürdürebilecek sıfatta bir insan değilim' diyorum. Tansiyonlar bir iniyor, bir çıkıyor. Belki debu yüzden bırakıyorum onları kendi hallerine. Zaten bir çiftle değil tatile gitmek, bakkala bile gitmemek lazım. Masum bir öpücük bile konudursalar birbirlerine saçma bir şekilde utanıyorum ben. Tripten tribe giriyorum, sinirlerim hırpalanıyor. 

Son gece hep birlikte yemek yemek için Ege'den olağanüstü bir ısrar geliyor. Ege ısrar ettikçe benim kafasına bir şey fırlatasım geliyor. Eliz ısrar etmemesi için kaş-göz yapsa da Ege durmuyor.

"Ender, benim güzel baldızım… Bak zaten geldiğimden beri hiçbir şey yapmadık birlikte. Ne çetin ceviz çıktın ya. Sadece bir yemek yicez."

"Bana baldız falan demesin bu. Şu tipine yakışıyor mu hiç?"

"Yabanisin, biliyorsun dimi?"

Eliz gerildikçe geriliyor. Ege'ye karşı fazla rahatlığımdan kaynaklanıyor aslında bu. Nedense onunla tanıştığımdan beri Eliz'in sevgilisi gibi değil de yıllardır tanıdığım bir arkadaşım gibi hissediyorum. Normal de insanlara karşı koyduğum mesafeleri Eliz'e koymadığım gibi Ege'ye de koymuyorum. Öyle olunca da istediğim kadar laf koyabiliyorum. Eliz gerilse de bizim birbirimizi sevdiğimizi biliyor. 

"Zaten şu Los Angeles'daki yemek konusu yeterince canımı sıkıyor. Bir de bana grup yapalım, hep birlikte yemek yiyelim gibi abuk fantazilerle gelme. Kumar oynayıp kaybettiğim 300 USD yi geri kazanmam lazım benim. Yedirtmem 300 kağıdımı Vegas'a…"

"Tamam. Ben sana vereyim 300 kağıdı. Gel hadi"

"Aaaa… Ne münasebed… Kons mu sandın oğlum sen beni? Gururumuzdan geri almak istiyoruz o parayı herhalde, fakirliğimizden değil"

"Pes doğrusu… Makinaya gurur yaptı kadın! Bu inatçılıkla tüm Vegas'ı satın alır bu ben sana söyleyim"

Eliz gülme krizine giriyor. Her zaman ki gibi onun bu krizden çıkması çooook uzun bir süre alıyor. Ben kumarhaneye onlar akşam yemeğine yollanıyorlar. Kaybettiğim 300 kağıdı söke söke geri kazanıp üstüne bir de 100 kağıt kazanıyorum. Vegas'da olan Vegs'da kalır felsefesiyle kazandığım 100 kağıdı kaybedene kadar oynuyorum. Bu da ayrı bir psikopatlık: kaybetmek için oynamak… 

Sabahın köründe otelden ayrılıp havaalanına gidiyoruz. 45 dakikalık yolculuğun sonunda Los Angeles'a iniyoruz. Kapıda biziz bekleyen üstü açık beyaz bir Maserati var. 

"Eliz'cim kiraladığım dediğin araba bu mu canımıniçi? Ben yokken sen Sabancı'lara ortak falan mı oldun annem?"

"Aaa… Yok ben altı üstü bir Toyota kiralamıştım. Sanırım Ege'nin işi bu…"

"Kızlar, Maserati'ye binmek için bu kadar düşünmeyin, atlayın hadi"

"Ayyy nasıl bir görgüsüz ayıyla birliktesin sen ya… Bu adamın içiyle dışı aynı dili konuşmuyor farkındasın dimi?"

"Öyle deme be… Yazık heves etmiş çocuk"

Santa Monica sahilinde okyanus manzaralı rezidansdan bir daire kiralamış bizim damat. Yeşil ve turuncu ağırlıkda bir modern dekorasyon. Geniş bir balkon… Şaraplık da kaliteli Kaliforniya şarapları… Buzdolabı 1. sınıf bir restoranın kullanacağı kalitede yiyecekle dolu... Eliz ile göz göze geliyoruz. Ege'ye tekrar tekrar aşık oluyor resmen. Ege durumun farkında biraz cool takılmaya çalışıyor ama sonra Eliz'in coşkusuna ortak oluyor.

"Ege, sen mafya falan mısın?"

"Ne alakası var kızım. Alnımızın teriyle çalışıp kazanıyoruz işte"

"O zaman yandın sen"

"Sebep?"

"Bu savurganlıkla yakında batarsın sen."

"Seni niye geriyor be kadın. Sen keyfine bak… Ben çalışıp yaşatırım sizi böyle"

"Bu da iyice kuma aldı beni senin üstüne Eliz"

Eliz, patlatıyor kahkahayı… "Ne güzel işte hep birlikte yaşarız"

Bu dalaşmalara bir son veriyoruz. Ege, tam bir beyaz atlı prens gibi atına Eliz'i attığı gibi Santa Monica sahilinde turlamaya çıkıyor. Ben balkona kuruluyorum. Biraz şarap biraz peynir… Bütün sahil şeridini taçlandıran palmiyeler… Uçsuz bucaksız bir mavilik… Konya Ovası gibi dümdüz ve upuzun bir plaj… Güneş tam olarak yüzümde… Okyanusdan gelen esinti güneşin yakıcılığını yumuşatıyor. Klasik belki ama kültlerden biri "Hotel California" fonda benim keyfime eşlik ediyor. Bundan yıllar önce tası tarağı toplayıp evden kaçışım aklıma geliyor.

Bir gün elime bir miktar para geçmişti. Eve gittim. Valizim öylece köşede duruyordu. Pasaportumu aldım. Amerikan vizeme baktım. O da öylece duruyordu. 15 dakika sonra elimde valizle evden çıkmıştım. Havaalanı ve en hızlı yoldan Los Angeles… O zaman Emre kısa bir süreliğine Los Angeles'da yaşıyordu. Aradığımda uzun bir süre bana inanmamıştı. İnandırmak için havaalanını tarif etmiştim. Beni almaya geldiğinde beklememi söylediği yerden ayrılıp saklanmıştım. Köşede onu izlemiştim. Arabadan inip heycanlı heycanlı etrafa bakmıştı. Nerde olduğumu sorduğunda "Nasıl şaka ama… Şapşal mısın ne işim olur benim orda internetten tarif ettim herşeyi" demiştim. Acayip sinirlenmişti. Arabaya geri binmek üzereydi ki çığlıklar atarak ona koşmuştum. Beni ilk getirdiği yer işte bu sahildi. Bizimkiler delirmişti. Babası Emre'yi aradığında anlamıştık bunu. Ona "zaman bu zaman  şimdi söyleyelim bizimkilere" dediğim de buna hazır olmadığını söyledi. Aşkından kendini yollara vurmuş sevgilisi değilmişim de küçük yaramaz kız kardeşiymişim gibi beni ilk uçakla geri yolladı. Uzun zaman bu yaptığını affedememiş olsam da sonra yine onu sevmeye devam ettim. 

Bütün bu saçmalıklar yavaşca aklımdan kayıp gidiyor. Kendimi tekrar huzurun kucağında sallanırken buluyorum. Ve yine bir dize geliyor aklıma "… dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı…"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder