12 Eylül 2014 Cuma

Ben kimim ?

İçerde bir yerlerde...


Anlatmak da kar etmiyor ki. Yaşadığını, hissettiğini, düşündüğünü anlatmaya dünyadaki tüm dilleri toplasan yine de yetmiyor. Eliz'e içimi öylesine döktüm ki söylecek söz kalmadı, en son gözümden dökülen yaşlar sözün bittiği yerdi. Aslında anlatmaya devam ediyordum gözyaşlarımla. Eliz de beni tam olarak anlamıyor ama anladığı çok önemli bir şey var ki o da; içimde daha çok anlatacak şeyin olması. Benim hayattaki en büyü derdim de anlatamamak sanırım. En azından ben anlatamadığımı veya anlaşılmadığımı düşünüyorum. Bundandır ki çocukluğum ve ergenliğim fazlasıyla sorunlu geçti. Anneme sorsan ben uyumlu ve akıllı bir çocuktum. Sanırım sadece öyle gözüküyordum. Şimdi benim ne kadar olgun ve aklı başında bir insan olduğumu düşünüyorsa o zaman içinde yanılıyor. Nasıl büyük bir pişmanlık… Aileme gösterdiğim yüzümle gerçek yüzüm arasında uçurumlar var. Suçluyum ben. Günahkarım ben. Bundan dolayı olacak ki herkese ve herşeye rağmen yalnızım ben. 

Üstüme giydirilmiş "sen babanın kızısın" yaftasıyla hiç bir zaman naif bir kız olamadım. Her daim güçlü, kararlı, inatçı… Küçük bir kız çocuğuna göre fazla ayakları yere basan ve ukala. Annem bana hep babamın kızı olduğumu söylese de onun ellerinde yoğrulup onun gibi oldum. Anaç, sevgi dolu, kırılgan… Bunu annem dahil kimse farketmedi. Mütevazi aile yapımız beni de mütevazi yaptı. Arkadaşlarımı üstündeki kıyafetlerine, cebindeki paralara göre seçmedi. Aksine hep orta direk ailelerin çocuklarıyla arkadaşlık ettim. Bundan da hiç gocunmadım. Yıllar geçti bu arkadaşlar beni kullanmaya başladı. Söyledğimi her söz de bir mana aradı. Bir nevi çekemediler. Yalnızlığım daha da büyüdü. 

Derken tüm saflığımla 20 yaşında ilk defa aşık oldum. Yaşıtlarım o zamana kadar 20 tane sevgili değiştirmişti, ellerine geçen adamı parmağında fır döndürüyordu. Bense Emre'yle tanıştığımda elimi, ayağımı koycak yerler bulamamıştım. Dünyanın bir ucunda yaşıyor olmasına aldırış etmeden hiçbir hesaba kitaba girmeden tüm kalbimle aşık olmuştum. Doğruyu, yalnışı tartmadan bir an olsun ondan şüphe etmeden… İlk senenin ardından aramızda kurduğumuz bağ gittikçe azaldı. Çok geçmeden Emre için egosunu tatmin ettiği biri haline gelmiştim. Canı istediğinde arar, canı istemediğinde aramaz. Ben bunu yıllar sonra farkettim. Sadece bir ara gözüm biraz daha açılmıştı. Bizim fakülteden bir çocuktan hoşlanıyordum. Bir süre onunla olma hayalleri peşinden koştum. Hemen arkasında Emre yine çıkageldi ve ben yine Emre'ye aynı sadık köpek olmaya devam ettim. Bu sırada Eliz ve Ender ikilisinin, üçüncüsü olan Eylül bana bu hoşlandığım çocukla bir ilişkilerinnin olduğunu söyledi. Ben ne diyebilirdim ki gençler birbilerini sevmişler, anlaşmışlar. Hepsini bırak benim hayatımda Emre vardı. Bundan rahatsız olmam Emre'yi rahatsız ederdi. Ben böyle masum, naif kafalar yaşarken Emre bir anda  her zaman ki gibi kayboldu bende öylece ortada kaldım. Eylül ilişkisine devam etti ve bir müddet sonra ayrıldılar. Ben bu ilişkiyi hiç sorun etmedim, hala daha etmiyorum. Burda ki tek sıkıntı benim düşük seviyedeki özgüveniminin daha da aşağıları inmesiydi. Durup durup bir anda hayatımda pörtleyen Emre dengemi daha da bozmuştu. Bir haftalık sohbetimizin ardından kayıplara karışıyordu ve ben bu sohbetle onu 3-4 ay boyunca aklımdan çıkartamıyordum. Emre'yle yatıp Emre'yle kalkıyordum. Tam beynimin orta yerinde öylece duruyordu. Günbatımı ve gündoğumu kimsenin düşünemeyecği kadar önemliydi benim için. Onunla aynı anda güneşe sadece o zamanlar bakabiliyorduk çünkü. O yokken izlediğim tüm günbatımı ve gündoğumlarından bir albüm yapmıştım. Tam anlamıyla olmayacak duaya her Allah'ın günü 'amin' diyordum. Yıllar geçti, Emre'nin hayatına insanlar girip çıktı. Ben ezildikçe ezildim. Küçüldükçe küçüldüm. 

Psikolojide kendine yabancılaşma diye tabir edilen bir ruhsal bozukluk baş göstermeye başladı. Herşeyi ama herşeyi fazlasıyla düşünmek… Ellerimi, ayaklarımı ilk defa görüyormuşum, annemin sesini ilk defa işitiyormuşum gibi geliyordu. Arkadaşlarımla buluştuğumda bana anlattılarından çok mimiklerine, yüzlerine dikkat ediyordum, sanki onları ilk ve son defa görüyormuşum gibi. En son önümdeki duran arabayı gördüğümde frene basmak yerine tam gaz ilerlediğimde gerçekten bir yardım almam gerektiğini düşündüm. Terzi kendi söküğünü dikemedi yani. Kuyruğumu sıkıştırıp bir psikoloğa gittim. Tam olarak sebebinin "istediğim hayatla yaşadığım hayat arasındaki uzaklığı" olduğuna kanaat getirdik. Ruhumun altından girip üstünden çıktık. Mükemmel olmasa da iyi bir kıvama getirdik.

Bir süre iyiydim fakat sonra kendimi fazla işe kaptırdım. Her günüm ordan oraya koşuşturmakla geçmeye başladı. Kendime olan güvenim yerine geldi ama insanlara olan güvenim gün geçtikçe azaldı. Bu da beni tek gecelik ilişkilere sürükledi. Kimsenin bana layık olmadığına, benim de kimseye layık olmadığıma öyle inandırdım ki kendimi, duvar gibi soğuk ve ruhsuz bir kadın oluverdim. Birlikte olduğum adamları öylesine önemsemiyordum ki ben önemsemedikçe daha da çekici oluyordum onlar için. Birlikte olduktan sonra hiçbirisiyle görüşmüyordum. Taa ki Engin'le tanışana kadar… Emre'ye olan hastalıklı bağlılığımdan kaçarken bu seferde Engin'le olmayacak yasak bir ilişkinin peşinden gitmiştim. Hata yapmamak için fazla çaba gösterdiğinizde daha çok yaparsınız ya, tam olarak o işte… 

Ben bir türlü tam olarak ben olamadım sanırım. Karaktersizlikle bile suçladım kendimi. Zaten genelde kendimi suçlarım. Başıma ne gelirse gelsin sorumlusu benimdir. İyinin de kötününde sebebi benim. 

Bazen umarsız, ateşli… Bazen sağlam, gözükara… Bazen sevgi, dolu naif… Bazen günahkar, hain… Bazen masum, aşık… Bazen acımasız, taş yürek… Bazen düşünceli, anaç… Şimdi hatırlıyorum ortaokuldaki radikal Türkçe hocamız bize kendisi hakkında türlü türlü hikayeler anlatmıştı. Sonra da "ben kimim?" diye tek soruluk bir sınav yapmıştı. Aslında hayatın bütün gayesi bu tek soruluk sınavı geçmek belki de…

O zaman Candan Erçetin'den gelsin …. https://www.youtube.com/watch?v=BEp4jlKcjS8

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder