9 Eylül 2014 Salı

Aç kapıyı ben geldim

San Francisco'daki buhranlı günler ve bir süpriz… 

Prag'dan döneli kaç gün oldu bilmiyorum. Geldiğim günden beri dışarı çıkmadım. Ne saatler ne de takvimler umrumda. Sürekli uyuyorum. Anneme hayatta olduğumu söylemek için telefonumu açıyorum ve sonra geri kapatıyorum. Bir sürü mesaj ve cevapsız aramayı görmezden geliyorum. Tam anlamıyla yaydırmış durumdayım. Üzülebileceğim şeyler yaşamış olsam da bu kadar depresyonu hakedecek bir şey olmadı aslında, biliyorum. Bunca zamandır herkesin derdinin benimkinden daha fazla olduğunu düşünüp hiç bir şeyi dert etmem gerektiğine inandırdım kendimi. Benim sorunlarım konuşulmaya başlandığında en kısa yoldan nasıl kapatırım konuyu diye baktım hep. Her ne kadar başarılı bir öğrenci olmasam da psikoloji okudum ve kendi söküğümü kendim dikebilirim mantığındaydım. Şimdi kendimi olabildiğince salmak istiyorum. Üç sene önce yaşadığım depresyondan daha derin bir şey yaşıyorum ve bundan rahatsızlık duymuyorum. Uzun zamandır banyo yapmıyorum. Üstümdekileri değiştirmiyorum. Beynim uyuşmuş gibi. Sokağa çıksam "homeless"ım diye devlet yardım eli uzatır, öylesine berbat bir haldeyim.

Emre evleniyor.
Engin baba oluyor.
Ayşe okula gidiyor.
Ali topu tutuyor.

Bu ne saçmalık...

Emre'yi eş, Engin'i baba yapmış kadınlarda olup da, bende olmayan ne var acaba? Bu sorunun cevabı yok, biliyorum. Zaten cevabını bulsam da o kadın olmayacağıma adım kadar eminim. Bende bir sorun olup olmadığını sorgulamaya çalışsam da hiçbir sonuçtan tatmin olamıyorum. Zaten bir yerden sonra sorgulamayı da bırakıyorum. Evdeki kumanyalar tükenince pizzacıya dadanıyorum. Pizza kutuları gittikçe artıyor. Artık kokusu dayanılmaz hal alan çöpleri balkonda stoklamaya başlıyorum. Buraya taşındığımdan beri her daim tertemiz ve düzenli olan evim şimdi tanınmaz bir halde. Bunca zamandır zahmet edip eve gelen ve nasıl olduğumu öğrenmek isteyen bir tane bile arkadaşımın olmaması da depresyonuma depresyon katıyor. Burda yaşayan çoğu insan gibi benim arkadaş diye adlandırdıklarımda fazlasıyla yüzeysel ve çiğ insanlar… Yalnızlığım büyüdükçe büyüyor. İşin kötü tarafı canım hiç sıkılmıyor. Asgari ölçüde yaptığım aktiviteler sadece hayatta kalmamı sağlayacak temel ihtiyaçlarıma yönelik… Bu da güzel henüz ölmeyi düşünmüyorum. Biraz sürünmeye ihtiyacım var o kadar. Bir ara saçlarımı kesmek istiyorum nedense, böyle kısacık erkek gibi olsun isityorum. Sonra ondan da vazgeçiyorum. Çılgın şeyler peşinde değilim, sadece bu boşvermişliğe çok ihtiyacım varmış, onu farkediyorum.

Kapı çalıyor. Öylesine ağırlaşmışım ki kapıya gitmek inanılmaz güç geliyor. Pizza ısmarlamamış olmama rağmen bulanık beynim pizzacının geldiğini söylüyor bana. Her zaman ki gibi kapıyı kolumun sığacağı ölçüde aralayıp dışarıya bakmadan 20 doları uzatıyorum. Para elimden çekip alınıyor. Pizza için elimi açıyorum ve elime bir el dokunuyor. Şok geçiriyorum. Günlerden sonra bir insana dokunuyorum. İrkilip elimi geri çekiyorum. 

"Pizzamı alabilir miyim?"
"Ne pizzası be… 'Korka korka değil, usul usul değil / Elim yüreğimde çarpa çarpa geldim / Aç kapıyı bak ne diyeceğim?' Endeeeerrr… "

Bir dakika, bir dakika… Sanırım aklımı yitirdim, rüya mı görüyorum yoksa ? Ne yapacağımı bilemeyip kapıyı kapatıyorum. Az önce duyduğum ses Eliz'in…

"Endeeeeerrrr, bebiiişiiiimmm… Sana böyle saçma hareketler hiç yakışıyor mu ama? Açar mısın kapıyı?"

Kapıyı yavaşca açıyorum. Baya Eliz'in ta kendisi karşımda duruyor. Küçük bir pembe valiz ve Eliz… Benim can dostum biriciğim Eliz… Öteki yarım Eliz… Biraz daha fazla vakit geçirmek için yolları uzattığımız Eliz… Konuşmadan anlaştığım Eliz… Ruh ikizim Eliz… Gözlerimin günlerce yarı kapalı  olduğunu Eliz'i görünce açılan gözlerimden anlıyorum. Ne kadar pis olduğumu Eliz'in mis gibi kokusunu içime çekince farkediyorum. Eliz benim pisliğime aldırmadan sımsıkı sarılıyor bana. İçeri giriyor, yüzünde bir buruşukluk var. Evimin berbat halini görünce inanılmaz utanıyorum. 

"Nerden çıktın sen? İnanamıyorum hala."
"Bence çok doğru bir zamanda gelmişim yoksa burda zehirlenip ölebilirmişsin"
"Yok ölmeyi düşünmüyorum"
"Aferin sana! Seninki ölmeyi düşünmemek değil hayatım baya düşünmeyi bırakmışsın"
"Çok mu belli oluyor?"
"Valla aslında bundan daha fazlası da belli oluyor ama dua et ki bugün merhametli günümdeyim, seni hırpalamaycağım. Bana kalırsa sen şimdi bir panik olup beni ağırlamaya falan çalışma. Önce seni kendine getirelim. Sonra yatıp uyuyalım ve yarın herşeyi konuşalım. Olur mu?"

Olur anlamında kafamı sallıyorum. Burda olduğuna hala inanamıyorum. Beni bir çocuk gibi alıp banyoya götürüyor. "Bak burası banyo… Şimdi suyu açıp şurda gördüğün şampuanla saçını yıka. Duş jeliyle de vücudunu. Sonra da dişlerini fırçala." Dışarı çıkıyor. Dediklerini yapıyorum. Üstümü giyinip salona gittiğimde günlerdir sıkı sıkı kapalı olan camları, perdeleri açılmış buluyorum. Etraf biraz olsun toplanmış. Eliz elinde bir fincan kahveyle bana sımsıcak gülümsüyor. Ağlamaya başlıyorum. Ona baktıkça gülümsüyor sonra ağlamaya devam ediyorum. Biz ortaokuldayken bir şiir gecesi yapmıştık. Eliz o gecede Berin Taşan'ın bir şiirini okumuştu. Şimdi yıllar sonra benim biricik arkadaşım dünyanın bir ucundan kalkıp gelmiş bana o şiiri okuyor.


AÇ KAPIYI BEN GELDİM
Korka korka değil, usul usul değil
Elim yüreğimde çarpa çarpa geldim
Aç kapıyı bak ne diyeceğim
Bir senin ellerinden, bir senin gözlerinden
Dişlerinden dudaklarından
Nergisler Ocak ayında açtı
Kendimden bahsetmeyeceğim
Yediveren güllerden
Duvardan sarkan güllerden
Çocuklardan, sabah erken okula giderlerken
Atlardan bahsedeceğim
Kan ter içinde atlardan.

Aç kapıyı bak ne diyeceğim
Ne kadar küsülü çocuk varsa barıştırdım, oynuyorlar
Tam kırk çeşit sarmaşık gül buldum
Penceremin dibinde açacak.
Ekinleri dolu vurmadı,
Çekirge gelmedi,
Kurak olmadı.
Yorgunum demeyeceğim,
Bir evimiz olsa demeyeceğim,
Yüreğim daralıyor demeyeceğim.
Bir baksan gözlerime
Başını çevirmeyeceksin,
Yürüyüp gitmeyeceksin,
Elini çekmeyeceksin.
Bir baksan gözlerime
Dağda yakılmış ateşler göreceksin.
Aç kapıyı kim geldi bak
Bak nasıl havalandı güvercin.
Açmam diyemezsin artık,
Aç!

2 yorum: