10 Eylül 2014 Çarşamba

Kalender

Eliz'li San Francisco…

Uyandığımda içerden sesler geliyor. Eliz'in pembe valizi köşede… Aklımın bir oyun oynamadığına daha da emin oluyorum. Eliz burda… Ev oldukça temizlenmiş. Çöpler atılmış. Köşedeki markete gidip alışveriş yapılmış. Kahvaltı hazır sayılır. Eliz bir sihirli değnek ile dokunur gibi herşeyi eskisinden daha iyi hale getirmiş resmen. Ben sevgisini, mutlululuğunu çok iyi gösterebilen biri değilim. Bunun için ne yapacağımı şaşırıyorum. Jetlag dinlemeden kalkıp benim dağılmış götümü başımı toplaması, onca işine rağmen o kadar yolu tepip gelmiş olması, herşeyden önemlisi hayatımda olması… Eliz'e karşı olan minnetim katlanarak artıyor. 

"Şimdi sana muhteşem bir omlet yapıyorum. Çaydanlığını görünce dayanamadım. Çay da demledim. Hadi yine iyisin... Köşedeki marketin sahibi İranlı filan sanırım. İran'dan dün gelmiş filan olabilir. O ne aksan öyle… Bak ne diyeceğim bugün evde takılalım. Çok acayip haberlerim var sana. Telefonla ulaşamayınca, haber yollayacak kuş falan da bulamayınca bizzat kendim geldim. Kızım bakmasana öyle minnet dolu gözlerle, sinir etme beni."

"Yok ondan bakmıyorum. Yumurtayı daha ne kadar çırpacaksın diye merak ediyorum. Baktıkça başım dönüyor, midem bulanıyor."

"Nankörsün ! Evet biraz fazla çırpmış olabilirim ama kafam karıştı be Ender. Ne diyeceğimi bilemiyorum yani. Sen beni yormadan anlatıver hadi. Ne yapsam bilemedim. Günlerdir arıyorum açmıyorsun. Kızlar da meraktan öldüler. Anneni aradım en sonunda. Kadıncağız da şaşırdı. Onunla konuşuyormuşsun ama anlamış tabi bir terslik olduğunu. Dayanamadım daha fazla. Atladık, geldik."

"Atlayıp, geldik?"

"Ha, evet… Şey… Ege'de burda. Yani New York'da şu an. Senin sayende o da New York'la hasret giderecek, bende senle…"

"Apar topar buraya gelmeye karar veriyorsun, o da işini gücünü bırakıp seninle geliyor. Bu adamı elinden kaçırırsan sana en bedduam şu ki, Hermes çantanı kedi tırmalasın inşallah."

"Ayy Allah korusun… Yani Hermes'imi korusun… Şimdi mevzumuz kesinlikle bu değil ama yeri gelmişken söyleyim. O iş tamam!"

"Hangi iş?"

"Evleniyooooruuuzzzz!!!"

Sende mi Brütüs? Sende mi… Eliz'in evlilik haberine dünyada en çok sevinecek insan benim herhalde. Bundan birkaç sene öncesinde yaşadığı acıları, çıkmaya çalıştığı depresyonunu, ilişkilere karşı umutsuz bakışını ve hayata karşı yitirdiği heycanını en iyi bilen insanım. Ege'nin karşısına çıkmasıyla ölü toprağını üstünden atıp küllerinden yeniden doğdu resmen. Dünyanın elinde sezon sonu diyerek  sadece bir tane mutluluk kaldıysa o Eliz'in hakkıdır. Şimdi karşımda o kocaman yeşil gözleriyle benimle mutluluğunu paylaşıyor ve benim düşündüğüme bak… "Sende mi Brütüs?" Kendime geliyorum, şimdi yalnızlık senfonisi çalmanın hiç zamanı değil.

"İnanmıyoruuuummm !!! Çabuk, çabuk anlat! Nasıl evlilik teklif etti? Düğün ne zaman? Bana bak ben olmadan değil düğün yapmak gelinlik bile alamazsın!"

İki sene önce Eliz'le kendimizi koycak yerler bulamadığımız zamanlardı. Dünya bir dar geliyordu. Elimize geçen ilk parayla yollara koyuluyorduk. Eliz bir gün Beyrut'a uygun uçak bileti bulduğunu söyledi. Haftasonu için koptuk, gittik. Çılgın Beyrut gecelerinde kendimizden geçmiş bir haldeydik. Eliz, Egeyle o perişan haldeyken tanıştı. Evlenme teklifini Beyrut'daki o gece klubünün tam karşısındaki şık restoranda yapmış. Ertesi gün atlayıp Mikanos'a gitmişler. Odası full deniz manzaralı terasından begonviller sarkan bir otelde ön balayı yapmışlar. Düğün önümüzdeki ilkbaharda olacakmış. Kız isteme henüz gerçekleşmemiş. Zaten daha 10 gün önce olmuş bunların hepsi. 

"Nasıl mutlu oldum anlatamam. Helal olsun Ege'ye… Düğün var yahu düğün!"
"Ender'im… Kalenderim benim. Bütün bunlar çok güzeldi. İlk sana anlatmak istedim ama bulamadım seni."
"Beeen… Ben pek iyi değilim Eliz. Yani olanların hepsinin başıma geleceğini zaten biliyordum ama bu kadar yıkılacağımı hiç tahmin etmemiştim."

Kahvaltı bitiyor. Yemesek de doyuyoruz bir şekilde. Hüzünle, mutlulukla, umutla, umutsuzlukla bir şekilde doyuyoruz. Kalkıp masayı toplamaya koyuluyorum. Mutfağa geçtiğimde pencereden ışık bacaklarıma vurmuş olacak ki Eliz yara izlerimi farkediyor. Koşarak yanıma geliyor. Elimdekileri bıraktırıyor. Salondaki kanepeye çekip götürüyor. 

"Bi dakika… Bi dakika… Sana nolmuş böyle… Tamam, sakarsın. Oranı buranı olmadık yerlere çarparsın da baya katledilmiş gibisin. Noluyor Ender, noluyor?"

Emre'nin gelişini, olanları… Engin'e gidişimi, olanları… Bütün süreci anlatıyorum. Saatlerce gözünü kırpmadan, sözümü kesmeden, ağlama demeden, çalan telefonunu umursamadan dinliyor beni. Yeşil gözleri nemleniyor ben ağladıkça. Ellerimi tutuyor. Hepsi bitince ben ağlama krizine giriyorum. Bütün samimiyetiyle, sıcaklığıyla kocaman sarıp sarmalıyor beni. Önceleri ismime kafiye olsun diye söylediği ve geyik yaptığı bir şey olsa da şimdi tamamen beni sevme biçimine dönüşen o sihirli sözcükleri söylüyor.

"Endeeer'im… Kalenderim benim…"

2 yorum: