7 Eylül 2014 Pazar

Kanlı bıçaklı bir hikaye

Prag

Yatağın bir ucuna iki büklüm ilişiğim… Engin'in bir eli belimde… Saat kaç bilmiyorum, usulca yataktan çıkıp banyoya gidiyorum. Akan makyajımı siliyorum. Dişlerimi fırçalıyorum. Biraz parfüm sıkıp yatağa geri dönüyorum. Kadın olmak gerçekten çok zor. Adam yanında yellene yellene uyurken  kadın, günaydın öpücüğünde ağzı kokmasın diye kalkıp diş fırçalıyor. Çok geçmeden Engin uyanıyor. Arkamdan sarılıyor. Tam anlamıyla tek vücut oluyoruz. Sırtımı, boynumu öpüyor. Odaya inanılmaz bir huzur eşlik ediyor. Beyazın hakim olduğu odaya birkaç turkuaz obje ve detay enerji veriyor. Pencereden orta çağın sıcak güneşi sızıyor. 

"Bugüne seninle uyanmak… Hiç dışarı çıkmasak mı acaba?"
"Bana göre hava hoş… Prag'a ilk defa gelen sensin"
"Sanırım şu an Prag'ı keşfetmektense yeniden ve yeniden seni keşfetmeyi tercih ederim"

Yüzümüzde hınzır gülümsemeler beliriyor. Sabahın o muhteşem enerjisiyle bibirimizi keşfetmeye koyuluyoruz. Bu keşif sırasında Engin dün gece farketmediği şeyleri farkediyor. Vücudumdaki yara izleri ve morluklar… Bir anda yaygarayı koparıyor. Yüzünde oldukça sinirli bir ifadeyle "Bunların nasıl olduğunu hemen anlatıyorsun" diyor. Keyfim kaçıyor. Engin'den biraz uzaklaşıyorum. Sırtımı yatak başlığına dayayıp oturuyorum. Engin'in öğrenmesinde bir sakınca olduğundan değil de, ben o anlara geri dönmek istemiyorum. Ben San Francisco'ya geldikten aylar sonra beni ilk defa arayan Emre'nin gecenin bir saatinde kapıma dayanması, benim büyük bir heycan ve mutlulukla kapıyı açmam… Ardından kanlı bıçaklı bir son… 

"Endeeeer… Anlat!"
"Ben bu konuyla ilgili konuşmak istemiyorum"
"Ne demek o öyle?"
"Anlatsam ne olacak, ne yapacaksın? Gidip 'bu kadın benim kadınım' deyip hesap mı soracaksın? Ya da geceleri rahat uyuyabileyim diye başımda nöbet mi tutacaksın?" yüzümdeki alaycı gülümseme ve söylediklerim Engin'i oldukça rahatsız ediyor. 
"Sadece bilmek istiyorum Ender. Hayatında olup bitenleri bilmek istiyorum. Ben sana anlatırken çözüm bulman için anlatmıyorsam sende benden çözüm beklentisine girme. Sadece paylaşmak, tüm yaptığımız hep bu değil mi zaten?"
"O zaman sana şöyle diyorum ki bu konuyu senle paylaşmak istemiyorum"

Daha Emre'nin kim olduğunu bilmiyor. Taaa bilmem kaç yılı işin yoksa anlat uzun uzun. Üzerine şu sevimsiz olayı anlatayım sonra benim odadan cenazem çıksın üzüntüden. Buraya gelmemin en büyük sebeplerinden biri de bu olaydı zaten. Biraz o savumasızlıktan kaçmak kendimi güvende hissedeceğim bir insana sığınmak… Engin hisleri kuvvetli bir adam. Adım adım ondan uzaklaşan ruhumu farkediyor. Biraz daha yakınlaşıp başımı göğsüne yaslıyor. Saçlarımı okuşuyor. "Senin için bir şey yapamamak beni üzüyor. Eminim ruhun bedeninden daha çok yara almıştır. Anlatmak istememeni anlıyorum ama gerçekten bilmek istiyorum. Meraktan değil, seni önemsediğim için." Sakinleşiyorum. 

"Anlatırım ama bir şartım var?"
"Kimseye söylemek yok falan deme yemin ederim döverim seni." Son söylediği öyle lafın gelişi ağzından çıkıveriyor ama durumun hassasiyetinden bin kere özür diliyor.
"Yok şartım o değil. Çok acıktım, oda servisini arayıp odaya kahvaltı söylersen anlatırım."
Keyifli keyfli gülüyor "Sen gerçekten çok salaksın" diyor. Biz birbirimizi hakaret ederek seviyoruz sanırım. 

Yatağımıza gelen kahvaltıyla Engin pür dikkat beni dinliyor. Bu zamana kadar anlattığım hiç bir şeyle bu kadar ilgilenmemişti. Şimdi mavi gözlerini bana dikmiş, ilgiyle dinliyor. 

Emre benim ilk sevgilim. San Francisco'da yaşıyor. Sekiz yıl önce Türkiye'ye geldiğinde tanıştık. Babamın çok yakın bir arkadaşının oğlu. Yakın zamana kadar ailecek görüşmüyorduk. Son 5-6 senedir , aile dostumuz diyebilecek kadar samimiyiz. Uzun bir süre böyle uzak bir ilişki sürdürmeye çalıştık fakat olmadı. İki sene önce tamamen ayrıldık ama ailevi durumdan dolayı Türkiye'ye geldiğinde illa ki görüştük. Benim San Francisco'ya gitmemin onunla gerçekten alakası yok. Ordaki okuldan kabul aldım, oraya gittim. Ben gitmeden önce bir kere telefonda konuştuk. Kız arkadaşı olduğunu öğrendim. Bu yüzden oraya gittiğimde onu hiç aramadım. Bir gün bir mail aldım. Beni görmek istediğini konuşmak istediğini yazmış. Telefon numaramı verdim. Uzun bir süre hiç aramadı. İki hafta önce aradı, yolda olduğunu evime geldiğini söyledi. Adresi tarif ettim. İnanılmaz heycanlandım. Belki bir umudum yok diyordum ama içten içe tekrar deneriz belki diye umut besliyordum. İçeri girdiğinde nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Ben bunun keyifli bir buluşma olacağını düşünürken onun gergin tavrı beni oldukça rahatsız etti.
"Ender, konuyu uzatmayacağım. Biliyorsun uzun zamandır bir ilişkim var. Biz onunla bir karar verdik." Öylesine zorlanarak konuşuyordu ki sözlerini yavaşlattıkça benim heycanım daha da artıyordu. Yüzündeki ifade iyi bir şeyi gelmediğine işaret etse de ben duymak istediğimi söyleyeceğine inanmak istiyordum. Biraz ortamı yumuşatmak adına araya girdim. "Aaa… Birşeyler içmek ister misin? Su, kahve, bira…?" Olur anlamında kafasını salladı. "Bir kahveni içerim" Hemen mutfağa gittim. Emre arkamdan mutfağa geldi. Bar sandalyelerinden birine oturdu. Dirseklerini tezgaha koydu, iki kolunun arasından başını öne eğdi. Ben o sırada kahveyi hazırlıyordum. Gergin ortama rağmen hala mutluydum. Evime gelmişti. Ona kahve yapıyordum. Yıllarca hayalini kurduğum fotoğraf karelerinden biriydi bu. Onun yüzündeki ifade ise hiç de aynı frekanstan çalmıyordu. Gerginliği dağıtırsam belki bir şeyler değişir umuduyla saçma sapan şeyler anlatmaya başladım. 

"Bi gün yemek yaparken yemeği yaktım. Ocak alev aldı. İtfaiye geldi." 
"Ender…"
"Sonra bir de şeyle uğraştım işte. Yok temizlik filan…"
"Ender bak…"
"Hayır, o değil en kötüsü mikrodalga, dolaplar falan yanabilirdi"
"Endeeeer, bi dinler misin?"

Sustum. Hiç ona bakmadım, bakamadım. Kahve yapmak hiç bu kadar zor ve uzun olmamıştı. 

"Biz bir karar aldık ve ben bunu seninle paylaşmak istedim. Bizimkilerden duyacaksın nasılsa, benden duy istedim. Biz evlenmeye karar verdik"

Kalbim yerinden çıkmak üzereydi. Tam olarak başımdan aşağı bir buz çemberi ayaklarıma kadar indi. Midem ağrımaya başladı. Ellerim titredi. Tuttuğum fincan elimden kaydı. Gözlerim karardı. Elime geçen bardak, tabak ne varsa yere fırlatmaya başladım.

"Demek evlenceksin!"
"Demek senden duymamı istedin!"
"Ben ruh hastası oldum be… Ben senin adını duyduğum da kalp krizi geçiriyordum. Ben seni gördüğümde dünyanın durduğuna şahit oldum"
"Ben kendimi kaybettim. Ben senden bir güzel söz duymak için aylarca, yıllarca bekledim!"
"Her güzel anım sen yoksun diye hep yetim kaldı"
"Kedinin fareyle oynadığı gibi oynadın"
"Bunca yıldan bunca yıkımdan sonra gelmiş. Bak bak bak… Evleniyorumuş"
"Mutsuzluktan ölmeni istiyorum. Ben ne kadar süründüysem sende en az benim kadar sürün istiyorum!"

Ve bunlar gibi onlarca şey söyledim. Her yer cam kırıklarıyla dolmuştu. Emre ne yapacağını şaşırmıştı. Elime bir bıçak aldım. Ona doğru yaklaştım. Emre ayağa kalktı.

"Sana ilk ayrılalım dediğimde bana 'Sen bana bir bıçak gibi saplandın. Zaman zaman acı versede neden orda olduğunu hiç sorugalamadım ama şimdi neden bu bıçak bedenimden çıkartılıyor' demiştin. Hatırladın mı?"
"Ender lütfen kendine gel. Bizim bu ilişkiyi sürdürmemiz mümkün değildi. Ayrıldık ve hayatımıza devam ediyoruz"
"Devam? Hayata devam…"

Gözüm dönmüştü. Emre kollarımı tuttu. Onu tekmelemeye başladım. Var gücümle vurdum. Hakaretler ettim. En sonunda beni olağan gücüyle geriye itti. Yere savurlurken elimdeki bıçak Emre'nin avucunu kesti ve ben cam kırıklarıyla dolu yere yığıldım. Bir anda fırtına durdu. Uzun bir sessizlik… Emre'nin elinden akan kan benim ayaklarıma doğru geldi. Yavaş yavaş doğrulmaya başladım. Öylece bana baktı. Yardım etmedi. Bacaklarıma, karnıma, kollarıma irili ufaklı camlar batmıştı. Tek kelime etmeden beni dışarı çıkarıp hastaneye götürdü. Hastaneden ona gözükmeden çıkıp gittim. Bir daha hiç konuşmadık.


Engin'in hiç tanışmadığı bir Ender olarak oturuyorum karşısında. Şaşkınlığını gözlerinde okuyorum. Hiçbir şey söylemiyor. Olduğum yere kıvrılıp yatıyorum. Engin'in telefonu çalıyor, dışarı çıkıyor. Her saniyesi tekrar tekrar gözümün önünden geçiyor. Bana bunları anlatırıp telefon yüzünden dışarı çıkan Engin, bana bir kez daha yalnızlığımı hatırlatıyor.




4 yorum:

  1. Emregilleri çok iyi bilirim.
    o konuşurken fincanın elinden kayması aslında ruhunun heyelana maruz kalmasıydı.
    cam kırıkları ise onarılamaz yalnızlığın elzem, tortusu yıllara yayılmış yetimliğinin bir başka versiyonu...
    keşke hiç gelmeseymiş paylaşmasaymış bu haberi neden paylaştı ki.. Emregiller....

    YanıtlaSil
  2. Bir insan egosuna yenik düşmeye görsün… Önüne tüm güzellikleri alıp yok edebilir. Emre buna iyi bir örnek.
    Bazen insan canın ne kadar yandığını göremiyor ve canını yakana sınırını koyamıyor. Yüzümüzdeki çizgiler ve kırışıklar gibi cam kırıklarının yara izleri de tecrübeleri hatırlatacak.
    değerli yorumların için tekrar çok teşekkürler...

    YanıtlaSil
  3. ah bu canımızı yakanlar...
    hoyrat zamanlarımın acı'sal şenliklerini hatırlatıyor bana.
    o da ne şenlik mi dedim , kanıksadım farkında olmadan...
    şenlik,şen,en,şş....

    YanıtlaSil
  4. acı'sal şenlik çok şairane bir tanımlama olmuş. bence sende yazmayı asla bırakmaması gerekenlerdensin.

    YanıtlaSil