5 Eylül 2014 Cuma

"Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden…"

Prag

Avrupa'da en sevdiğim şehirlerden birisindeyim. Yanımda Engin var. Mutluyum ama Prag'da bir adamlaysan peri masalında hissetmen gerekir. Ben böyle hissetmiyorum. Bir peri masalı söz konusuysa bile ben o masaldaki prenses değilim. Ben hiç prenses gibi hisstemedim zaten. Küçüklüğümden beri hayata karşı ördüğüm duvar beni yüksek surlarla çevirli bir kale yaptı. Binbir çeşit insanı barındırğım bu kalenin içinde insanlar hep görmek istedikleri Enderle tanıştılar, muhabbet kurdular. Kimisi yıkılmaz, yenilmez Ender'i, kimisi ele avuca sığmaz eğlence insanı Ender'i sevdi. Kimse bütünüyle var olabileceğimi kabul etmedi. Bu yüzden Engin'e baktığımda kendimi hatırlıyorum. Onu hiç kazanmamış ve kazanmaya çalışmamış olduğum için kaybetme dürtüsü hissetmiyorum. Olduğum gibiyim onun yanında. O da beni olduğum gibi görmek ve kabullenmek konusunda oldukça başarılı. Dünü ve yarını düşünmüyorum. Kelebek ömrü kadar az bir süre birbirimizi görüyoruz. Onun için yarın ölecek gibi şeffaf ve keyifli zaman geçiriyoruz. İlişkimize veya kendi hayatlarımıza dair detaylarla uğraşmak yerine gülüp eğlenmeyi tercih ediyoruz. Şimdi bu masalsı şehirde iki avareyiz. Prag'da günbatımı bir harika… İlmek ilmek işlenmiş heykellerle dolu ama bir o kadar da mütevazi Charles Köprüsü, tüm görkemiyle ona eşlik eden Prag Kalesi, şehrin bir bir yanan ışıkları… Büyüleniyorum. 

"Yorgunsundur ama dışarıya çıkmak istiyor musun bu gece?"
"Evet, yorgunum ama kıt kaynakları optimum seviyede kullanmak gerekir diye düşünüyorum."
"Anlaşıldı. O zaman otele gidelim. Sonra seni bir yere götürmek istiyorum. Dün gece keşfettim."

Engin, hayatı dolu dolu geçirmek üzerine kafayı bozmuş bir adam. 38 yaşına gelmiş olması, evli olması, türlü problemleri ve sorumlulukları olması ona engel değil. Üç gün üst üste ölümüne sarhoş olup eğlenebilir ve sabah oldukça dinç bir şekilde kalkıp işe gidebilir. Enteresan bir bünye… Hayat örgüsünün onu istemediği gibi biri olmaya zorladığına inanıyor. Daha özgür ve çılgın bir hayat düşlerken genç yaşta evlenip sıkıcı bir hayat sürdüğünü düşünüyor. Gerçekler ve hayaller arasında sıkışıp kalmış. İşin güzel tarafı onun yaşındaki bir çok insan bu tarz sorgulamalar yapmayı bırakıp kabullenme evresine girer. Bu da onları gerçekten tutsak ve sıkıcı insanlar yapar. Engin çoğunlukla bu sıkıcı ve tutsak insanlardanmış gibi davransa da içindeki özgür çocuk ona hala daha isyan etmesini ve kabullenmemesini söylüyor. Onun deli ruhu benim olgun ruhum aradaki yaş farkını ondan beşe indiriyor. Böylece güzel bir yaş diliminde buluşmuş oluyoruz. Gerçi Engin ikimizinde akıl yaşının 5 ile 35 yaş arasında sürekli olarak değişkenlik gösterdiğini söylüyor. Sanırım haklı ve bu bizi çok daha eğlenceli bir ikili yapıyor.

Prag Kalesine çıkan yokuşun üstünde bir otelde kalıyoruz. Tarihi bir binanın içinde modern bir iç mimari… İşte bunlar hep benim bayıldığım şeyler. Dışarı çıktığımızda hava iyice kararıyor. Engin sıkıca elimi tutuyor ve Charles Köprüsüne doğru aşağıya sallanıyoruz. Kilisenin çanları çalıyor. Orta çağda gelecekten gelmiş gibiyiz adeta. Belki yedi, belki sekiz kere gelmiş olmama rağmen hala heycanlandırıyor bu şehir beni. Engin'e durmadan burdaki anılarımı anlatıyorum. Sadece bakıp gülüyor. Köprünün girişine geldiğimizde sola doğru kıvrılan yoldan aşağıya nehire doğru iniyoruz. Engin rezervasyonumuzun olduğunu söylüyor. Hangi ara rezervasyon yaptırdı, hiç anlamadım. Cam kenarında bir masaya oturuyoruz. Masanın üzerinde kırmızı gül yaprakları, bir kaç tane mum…

"Yanlış masada olma ihtimalimiz çok yüskek bence."
"Bence değiliz ama neden böyle bir masa hazırladıklarını anlamadım"

Bizim şaşkınlığımızı farkeden garson yanımıza yaklaşıyor. Gayet kibar ve samimi bir şekilde "Özel bir gün demiştiniz. Biz de böyle küçük bir hazırlık yaptık."
"Çok naziksiniz, teşekkür ederiz." diyor şaşkın bir şekilde Engin.
Ben daha da şaşkınım… "Ne özel günü Allah'ın aşkına… Gelemem ben böyle romantik şeylere, biliyorsun. Sen ne ara aradın burayı? Nerden biliyorsun bu gece dışarı çıkmak isteyeceğimi."
"Endercim biz seninle ruh ikiziyiz. Tabiki de biliyorum. Ne kadar odun olduğunu da biliyorum. Cam kenarı vermiyorlardı, bende özel bir gün olacak diye rica ettim. Onlar da konuyu baya ciddiye almışlar" 

Bütün gece benim Amerika'daki hayatım ve onun son zamanlarda tamamıyla değişen hayatı üzerine konuşuyoruz. Kaç şişe şarap bitiriyoruz, bilmiyorum. Biz içtikçe güzelleşen ve enerjisini alkolden alan insanlarız. Engin elimi tutuyor, gözlerime bakıyor. Utanıyorum. "Çok güzelsin" diyor. Bunun gerçek olmadığını biliyorum. Gerçek olsa bile bunu duymak bana bir anlam ifade etmiyor. Hesabı istiyoruz. Garson hesabı bırakırken "tebrikler… umarım düğününüz içinde Prag'ı tercih edersiniz" diyor. Evet, bu olmadı işte. Engin'le birbirimize bakıyoruz. Salak salak sırıtyoruz. Tam ağzımızı açıp açıklama yapacakken devam ediyor. "Hanımefendi şanslısınız, gerçekten çok romantik bir adamla birliktesiniz" diyor. Engin, bir iki el göz hareketiyle "boşver" diyor. Teşekkür edip çıkıyoruz. Köprüye doğru gidiyoruz. Köprüden kaleye bakıyorum. Tam iki sene önce bu köprünün üstünde iki Çek arkadaşımla doğumgünümü kutladığım aklıma geliyor. Enginle Milano'da tanışmıştım. Geçiriğimiz geceden sonra pişmanlık içersinde Prag'daki iş görüşmesine gelmiştim. Mumları üflerken yanımızda akordiyon çalan yaşlı adam ne güzel eşlik etmişti o ana. Tek bir dilek tutmuştum. Aşık olduğum adamla buraya tekrar gelmek istiyorum diye. Bunlar aklımdan geçerken Engin omuzlarımdan tutup çeviriyor ve beni kırk yıllık ölümsüz aşkımız varmışcasına ateşli bir şekilde öpüyor. "Gidelim mi artık?"

Otele doğru giderken tutuğum dileği ve şu anda yanımda olan adamı düşünüyorum. Hayır Allahım, bu o değil! Olmamalı diye geçiriyorum. Enginle tuhaf bir ten uyumumuz var. Ona gerçekten karşı koyamıyorum. Sohbetlerimiz hep çok keyfili… Hayatı algılayışımız, yorumlayışız birbirine çok uyuyor. Herşeye rağmen gerçek şu ki biz birbirimize geç kalmışız. İki sene önce benim en buhranlı dönemimde karşıma bir anda çıkıvermiş olması ve tek gecelik bir ilişki gözüyle bakmış olmama rağmen hala daha görüşüyor olmamız kaderin bana oynadığı cilvelerden bir tanesi. Bu düşüncelerin hepsi odaya vardığımızda kayboluyor. Tutkulu bir aşkın esas kızı oluyorum. Engin'in bana dokunması, sevmesi, öpmesi… Bambaşka ! Onunla geçirdiğim geceleri nasıl özlediğimi farkediyorum. Bazı kadınlar güzellikleri uğruna olmayacak paralar harcar ve hiç umursamaz. Bazı kadınlar hırsları uğruna aşık olmadığı adamlarla evlenirler ve hiç umursamazlar. Bende böyle bir gece ve adam uğruna hiç bir şeyi umursamıyorum. Önümde uzun ve güzel bir yaşamın varlığına inansam da… Karşıma doğru adamın çıkacağına dair umudumu taze tusam da… Engin'le ilişkimiz heycan verse de bunun tamamıyla yanlış olduğunu bilsem de… Bir adamın karısını aldatmasına sebep olsam da… Bu durum bana çok ama çok acı verse de… Yine de tek gecelik mutluluk için bunları göz ardı ediyorum. Her zaman olduğu gibi gün aydınlandıktan sonra enerjimiz bitiyor. Aklıma bir anda bir dize geliyor "…ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden…" ve uykuya dalıyorum.


6 yorum:

  1. Hani kitap yazsan sıkılmadan okurum. Çok akıcı, samimi ve keyifli olmuş :)

    YanıtlaSil
  2. Joujou, çok teşekkür ederim. Bu tarz yorumlar beni motive ediyor ve umarım bir gün dediğin şey olur ;) sevgiler...

    YanıtlaSil
  3. başlığı görünce ürperdim ilkin , bir bilsen bu dizlerin benim için ne kadar önemli olduğunu..
    fonda akıbeti yok edilmeye maruz kalmış insanların müziği ve eşsiz hikaye..
    ürpertim belki de bu yüzdendi..
    anlattıkların film karesi gibi canlandı zihnimde.

    YanıtlaSil
  4. şiirler, hikayelerin özüdür bana göre. bu yüzden şiir kullnamayı seviyorum yazılarda. senin de beğendiğine sevindim.

    YanıtlaSil
  5. ah şu zamanlamalar hiç tutmaz di mi. olur ya, geçen seneki bana şu uygun, ah sen iki yıl önce çıkcaktın karşıma gibi :) ay bi de kızlar gelişir de erkekler yerinde sayar hep.

    bu öykünün hoş yanı kahramanın sık gezmesi. bi blogçu arkadaşımız var, ways of grace. o da hostes gibi. oku bak çok eğlenceli :)

    YanıtlaSil
  6. sanırım doğru yer-zaman-kişi kombinasyonunu tutturabilmek işin sırrı ;)

    bana nerde değilsem orda mutlu olcakmışım gelir hep ondan tedbili mekanda ferahlık vardır felsefesini severim ;) ways of grace i de hemen takibe alıyorum. Teşekkürler...

    YanıtlaSil