8 Eylül 2014 Pazartesi

Bekleme yapma, devam et...


Öylece yatıp yalnızlığımı düşünüyorum. Zuhal Olcay'ın o harika sesinden bir dize çınlıyor kulağımda.

"Yalnızlığım yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin…"

Havamı değiştirmek için telefonumu elime alıyorum. Facebook'a bakmaya başlıyorum. Kim daha mutlu, kim daha güzel, kim daha zengin türünden bir yarışma oynuyor. Sezon sebebiyle olsa gerek kim en güzel gelin, kimin ki en şaşaalı düğün gibi bir durum var. Şu izdivaç programlarındaki sunucular "hadi anacım… çıkın çıkın gelin… evlenmeyen kalmasın" diye sesleniyor ya, bizim üniversite mezunu 'cool' jenerasyonumuz bunu fazla ciddiye almış olacak. Son beş sene içinde tüm arkadaşlarımın evlenmiş olması gerçekten normal mi? Ben neden kendimi bu tarz karelerin içinde hayal edemiyorum acaba? Bir de bunların anne olmuş versiyonları var. Sanki hepimizin annesi bizi doğurmadı da sıçtı. Sanki dünyada ilk hamile kalan kadın oymuş gibi… Doğum yaparak çocuk yapan tek kadınmış gibi… Tövbeler olsun! Bir mutlular, bir mutlular… Bir de şu fotoğraf altına "babamızla keyifli sabah" türünden yorum yazmalar… Bilmem kaç senelik sevgilisi veya kocası, çocuk doğunca "babamız" oluyor. Kusura bakma ablacım ama sen gerçketen aldatılmayı hakediyorsun. İnsan kocası için "babamız" der mi ya ? İstediğimi yapmış bulunuyorum. Kendi acılarımdan, mutsuzluğumdan kopup insanların "mutluluk" diye tanımladıkları hayatlarıyla uğraşıyorum. Facebook'tan sıkılıp Twitter'a bakıyorum. Eskiden mizah sahnesi olan Twitter şimdilerde siyaset meydanına dönüştü. Twitter'dan çabuk sıkılıyorum. Öyle ciddi şeylerle uğraşmak bana yaraıyor artık. 

Derken Engin giriveriyor içeriye. Yüzünde tuhaf bir ifade var. Böyle heycanlı gibi… Hiç bir şey sormuyorum, sadece yarım bir gülümseme… Bilgisayarda birkaç işi olduğunu söylüyor. Ben kalkıp duşa giriyorum. Su üzerimden aktıkça ferahlıyorum. Kararmış ruhum, beynim aydınlanıyor ve temizleniyor. Aynada sebepsiz yere gülümsüyorum. Bir anda bütün havam değişiyor. Benim bu hızlı duygu değişimlerime Engin çok alışkın. Onun için kendimi frenlemiyorum. Makyajımı yapmaya başlıyorum. Bir yandan da günün geri kalanı için plan yapıyorum. Engin'e bir "svickova" yedirmeli diye düşünüyorum. Geleneksel bir Çek yemeği… Etin en tatlı yeri demekmiş. Gerçekten de öyle… Muazzam bir yemek. Müthiş bir sos ve lokum gibi bir et. Sonra Prag'ı yukardan izlemek ve biraz da doğayla başbaşa olmak için Petrin'e çıkarız diye düşünüyorum. Belki gün batımını bile izleriz… Evet, evet harika ! Makyaj bitiyor, ben kendimi çok daha iyi hissediyorum. "Amaaan salla derdi tasayı, bi daha mı gelcez dünyaya" gibi sığ kafalara erişiyorum. Odaya giriyorum, Engin hala bilgisayar başında. Gri dar pantolon ve siyah salaş bluz, bu tam olarak Ender'in klasik kombinasyonu…

"Daha çok işin var mı?"
"Yok, hayır"
"Dışarı çıkarız diye düşündüm, hatta hazırım bile çıkmaya"
"A-aa tabi çıkarız"
"Dehşet planlar yaptım"
"Ben bir şey söyle…"
"Önce Svickova yemeliyiz."
"Bi dakika…"
"Hayır, ne diye sorma ama emin ol bayılacaksın"
"Ender bir dakika dinler misin?"

Evet, tipik bir sahne daha… Ben dinlemek istemiyorum artık. Hayatım boyunca hep dinledim ben. Belki de o haklıdır şüphesiyle hep dinledim. Merakla, ilgiyle dinledim. Canını sıkarım olmayacak bir söz derim diye hep dinledim. Şimdi biraz da ben susturmak istiyorum. Öncelik bende olsun istiyorum. Duymak istemeyeceğim şeyler söyleceğini bile bile buna izin vermek istemiyorum. Az önce banyoda kendimi motive etmem de bundandı. Var olan gerçeği yok sayma çabası… Engin, kararlı gözlerle bana bakıyor. Ellerimden tutup yatağa oturtuyor. Gözlerime bakıyor heycanlı heycanlı. Bu heycanın benle alakası olmadığına eminim. Hislerim, bu heycanın bizim ilişkimize son vereceğini söylüyor. Susuyorum. Hiçbir gerçeği ne yaparsanız yapın engelleyemiyorsunuz. Çaresiz susup dinliyorum.

"Az önce bir haber aldım. Karışık duygular içindeyim ama mutluyum. Baba olacağım."

Engin'le bir kere bu konu hakkında konuşmuştuk. "Baba olduğun gün bu ilişki biter" demiştim. Evli olmasını nasıl kaldırdığımı bilmiyorum ama evli ve çocuklu olmasını asla kaldıramayacağımı biliyorum. Bir adamın karısını aldatmasına sebep olmak, büyümüş ve kirlenmiş insanoğluna yaptığım bir şey. Bir anne ve bebeğe bunu yapmak gerçek bir hainlik. Benim iç adaletim, toplum yargılarına veya adaletine ne kadar uyar onu bilmiyorum ama bendeki durum bu. 

"Bir şey söyle lütfen"
"Ben bu konuyla ilgili sana daha önce birşey söylemiştim. Senin adına mutlu oldum. Çok güzel şeyler paylaştık. Hepsinden önce dostluğun benim için çok kıymetliydi. Yokluğunu hissedeceğimi biliyorum ama buraya kadar… Şimdi ben valizimi toplayacağım ve gideceğim. Sende bana hiçbir şey söylemeyeceksin."
"Ender yapma Allah aşkına… Bu edebiyata hiç gerek yok. Bu gece son olsun ama olsun, lütfen."
"Edebiyat yapmıyorum. Bu ilişki yüzünden kendime olan saygımı oldukça yitirdim ve daha fazla yitirmek istemiyorum. "

Kalkıp eşyalarımı topluyorum. Engin öylece oturuyor, sigara içiyor. Çıkmak üzereyken arkama bakıyorum. Engin'in elleriyle gözyaşlarını sildiğini farkediyorum. Bir adam ağladığında benim sinirim çok bozuluyor. Bir adamın ağlaması bana ciddi bir zulüm. Ona baktığımı farkedince göz göze geliyoruz. Ayağa kalkıyor, bana doğru yaklaşıyor. Gözleri nemli ama ağlamıyor. Yüzünde kırık bir gülümseme…

"Bundan sonra Joy FM'i daha sık dinleyeceğim."

Gülümseyip kafamı öne eğiyorum. Sonra gözlerine bakıyorum ve odadan çıkıyorum. Biz Joy FM'in sıkı takipçilerindeniz. Ne zaman Joy Fm'i dinlesek birbirimizin sesini duyduğumuzu düşünüyoruz. Ya da birbirimize önerdiğimiz kitapları okurken göz göze geldiğimize inanıyoruz. Joy Fm'i daha sık dinlemesi demek beni daha çok hatırlamak istediğine işaret ediyor. Engin bir son söz söyleyecekse eğer işte böyle söyler. İçimden bu adam için boşuna taviz vermemişsin diye geçiriyorum. Otelden çıkıp Charles Köprüsü'ne doğru yürüyorum. Engin'in beni izlediğine eminim ama arkama bakamıyorum. Biraz uzaklaşınca duruyorum. Duvara yaslanıyorum. Bir sigara yakıyorum. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı kestirmeye çalışıyorum. Bir mesaj geliyor Engin'den…

"Bekleme yapma, devam et."

Gülüyorum ve yürümeye devam ediyorum. Burda olan arkadaşlarımı görmek harika olabilirdi ama hiç taakatim yok. Önüme çıkan ilk otele girip yarın akşama kadar orda kalmayı ve sonrada basıp san Francisco'ya gitmeye karar veriyorum. Öyle de yapıyorum. 

6 yorum:

  1. Ama olmaz ki böyle. "Arkası yarın" programlarına döndü. Merak içinde kalıyorum burada. Daha uzun ve seri yazalım lütfen ;)

    YanıtlaSil
  2. hahaaha… joujou süpersin ! az önce bir tane daha geldi, gözün aydın ;)

    YanıtlaSil
  3. 'bekleme yapma devam et' belki de hayatın bizlere sürekli fısıldadığı cümle.
    hareket olmayınca çürüyoruz. kimbilir Engin bunu söylemek istedi belki de..
    orda öylece kalalakalsan gece çarpar yüzüne ve toparlayamazsın.
    gece sonra ağır ağır dolar ciğerlerine.
    otel iyi gelmiştir.
    boş odalar hep iyi gelir zaten.

    YanıtlaSil
  4. elsa ne güzel söyledin ! duyduğumuz küçücük bir söz bazen gerçekten de bizi başka yerlere götürüyor. Engin'de tam olarak bunu yaptı.
    otel odalarıyla olan husumeti önümüzdeki postlarda dile getiricem ;)
    çok teşekkür ederim değerli yorumun için.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yazılarını çok sevdim ki:)
      sırayla ve yavaş yavaş okumayı düşünüyorum ama sen hep yaz :)
      postlarını merakla bekliyorum okurken 'hadi canım aynı benim serzenişlerimden' cümleleri geldi dilime.
      ben teşekkür ederim yazılarını bizlerle paylaştığın için:)

      Sil
  5. İçimizdeki karanlıklar aydınlığa çıksın diye hep yazmayı düşünüyorum ;) senin gibi bir kaç tane daha okuyucum olsa gül gibi geçinip gideriz, bu kırık kalpler durağında ;)

    YanıtlaSil