7 Ekim 2014 Salı

Gidebilen olmak

Bir hafta boyunca Los Angeles'da tek başıma düğün hazırlıkları için koşturup duruyorum. Annemler aradığında bir sürü yalan söylüyorum. Kaç yaşına geldim hala "Los Angeles'da organizasyon yapıyorum" diyemiyorum. Desem babam kıyameti koparır. Yakıştıramaz kızına düğün organizasyon yapmayı. Onun için patroniçeyim ben. Emrimde çalışmayı bekleyen onca adam var Türkiye'de, ben gelmişim burda Ece'nin düğünü için amelelik yapıyorum. Zinhar olmaz, olamaz! Ben bu kılıflara girmeyi bırakalı çok oldu. Babam ne düşünürse düşünsün bildiğimi okurum ben. Ha biraz yalan dolanla yaparım sorun çıkmasın diye ama yaparım. 

Düğün günü çatıp geliyor. Sabahtan hem konsolosluktaki nikah salonunu hem de roof barı teftişe gidiyorum. Sonra doğru kuaföre… Saçımı iri dalgalı yapıp sol omzumdan aşağıya sade bir şekilde bırakıyorum. Bronz bir makyaj… Petrol yeşili derin yırtmaçlı bir elbise giyiyorum. Kuafördeyken tek tek çiçekçisiydi, catering şirketiydi hepsini arıyorum. Bir aksilik yok gibi gözüküyor. Atlayıp nikah salonuna gidiyorum. Ece'nin ve damadın yakınları salona girmeye başlıyor. Ardından salona Ece ve müstakbel eşi giriyor. Bu adamı bir iki sefer görmüştüm düğün hazırlıkları için. Kendinden emin, biraz da soğuk bir adam. Tek başıma en arka sıraya oturuyorum, nasıl da ait değilim buraya. Merasim başladığında kapı açılıyor, dönüp bakmıyorum. Bir adam duruyor yanımda. 

- Selam… 
- Aaa… Yine mi sen?
- Valla yine ben ve yine sen…

Densiz Ender'le hayatımın sonuna kadar karşılacağım sanırım. Gelip yanıma oturuyor. İmzalar atılıyor. Damat gelini öpüyor. Ayağa kalkıp alkışlıyoruz.

- Hadi darısı başına…
- Aman canım yok ben almayım. 

Bu da klasik yalanım. "Beni kim alcak" yerine bunu söylüyorum cool olmak adına. Sanki matah bir şeymiş gibi cool olmak. Yakınların tebriklerinden sonra biz de tebrik ediyoruz gelinle damadı. Arabalar ayarlanıyor. Herkesi yolcu ettikten sonra Enderle birbirimize bakıyoruz. 

- Sende araba var mı ?
- Yok. Taksiyle geldim.
- E iyi o zaman, hadi atla gidelim. 

Son model kırmızı bir Corvet… Roof barın yolunu tutuyoruz. Kara bulutların geldiğini havanın esmeye başladığını farkediyorum. 

- Yağmaz dimi?
- Efendim?
- Hava diyorum. Bi garip oldu baksana…
- Ha evet… Yağacak bugün, hem de baya sağlam indirecek.
- Ay hayır ya !
- İçeri de değil mi parti?
- Hayır, dışarda !

Arabayı parkedip dışarıya çıkmamızla birlikte yağmur bastırıyor. Bir anda sırılsıklam oluyoruz. Söylene söylene yukarıya çıkıyorum. Telefonum çalmaya başlıyor, Ece arıyor. Panikten açamıyorum. Eceyle karşılaştığımda ağlamaklı gözlerle bana bakıyor. 

- Ender ne yapcaz şimdi? Mahvoldu herşey!
- Dur hayatım hallederiz şimdi. İçeriye alırlar.
- İçerde gay partisi varmış ! Bizimkiler gelemez öyle şeylere...
- Nasıl ya ?

Gidip müdürle konuşuyorum. Bizi gay partisinden ayrı bir yere koyacak yerin olmadığını söylüyor. Bir B planın olmaması ne saçma ! Düşünüyorum ama çözüm bulamıyorum. İnsanlar kapıda öylece bana bakıyor. Ece'nin yüzü düşmüş. Damat telefonda yer ayarlamaya çalışıyor. Ender'i kolundan çekip uzaklaştırıyorum. "Allah aşkına bir restaurant ayarla. Onlar yemek yerken ben parti yapacak yer bulurum" diyorum. Kafasını sallaıyor. İki dakikada yemek yiyecek yeri buluyor. Davetlilerle birlikte aşağıya iniyor. Yaldır yaldır parti yapacak yer arıyorum. Bir süre sonra Ender çıkıp geliyor.

- E sen niye gitmedin onlarla?

- Olur mu canım seni yalnız mı bırakayım? Bak bu saatte bu kadar insan için yer bulamayız. Boşuna arama.

- Allah allah… Ne yapayım küçük bey? Kızın düğünü böyle ramazan programı gibi mi geçsin!

- Bir arkadaşımın evi var Beverly Hills'de. Oldukça geniş bir salonu var. Türkiye'ye gitti anahtarlar bende. Catering şirketine söyle ikramları oraya götürsün. Süslemler de gitsin hatta. Müzik işini de ben halledicem. 

- Olur mu öyle saçma şey. Tanımadığımız adamın evine bu kadar insan mı davet edilip parti mi verilir. Ne geniş mideli bir insansın sen!

- Ağır ol be ! Bıd bıd bıd… Sabahtan beri ! İşin görülsün diye uğraşıyorum. Ece senin arkadaşınsa damat da benim arkadaşım. Ayrıca ev benim, arkadaşımın falan değil. 

Susup kalıyorum. Domine etmeye öyle alışmışım ki domine edilmek biraz ağrıma gidiyor, e biraz da hoşuma… 2 saat içinde herşeyi ayarlıyoruz. Ev gerçekten muazzam! Kocaman bir havuzu var. Muhteşem bir manzarası. Salon gerçek bir düğün salonu büyüklüğünde. Bu evi kiraya veriyormuş Ender. Şansımıza boş zamanına denk gelmişiz. Kaç milyon dolarlık bir ev bilmiyorum ama çok milyon dolarlık bir ev… Şaşıp kalıyorum. Ece eve girdiğinde gözleri delirmiş gibi bakıyor. Davetlilerin keyfi yerinde… Ne ara nasıl bulduğunu bilmiyorum ama bir orkestra geliyor. Kaliteli bir müzik eşliğinde parti başlıyor. İçki ikramları başlıyor. İnsanların yüzü gülüyor. Yağmur diniyor. Eceyle ve davetlilerle biraz ilgilendikten sonra dışarı çıkıyorum. Havuz başındaki kamelyanın altında ıslanmamış bir sandalyeye ilişiyorum. Bir sigara yakıyorum. Hava yağmurdan sonra mis gibi… Aitlik duygumu sorguluyorum yine. Yok, hayır… Ben buraya ait değilim. Kendilerini makyajlarla, pahalı kıyafetlerle, mücheverlerle saklayan sahte kadınlardan değilim ben. Nasıl kazanılıp da alındığını bilmediğim bu saray yavrusunda içim rahat etmiyor benim. Ender bu denli mala mülke rağmen piçe bağlamamış olsa da ona karşı büyük bir tedirginlik duyuyorum. Aklıma Engin geliyor. Onunla "bir" oluşumuz geliyor. Engin böyle durup durup hep aklıma mı düşecek böyle benim? Ne acı… İçim darlanıyor. Üşüyor, ürperiyorum. Dakikalardır burdayım yokluğumu farkeden biri yok. Güzel o zaman, gidebilirim. En sevdiğim özelliğimdir. Ben kimseyi umursamadan gidebilenlerdenim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder