16 Ekim 2015 Cuma

Rest !

İstanbul'da yeni bir hayat kurma çabalarındayım. Amerika macerası gerilerde kaldı. Hiç gitmemişim gibi hissediyorum. Arada sırada ordaki hayatıma dair bir şeyler denk geliyor. Biraz içim buruluyor sonra devam ediyorum hayatıma. Bu aralar hep hayalini kurduğum bir yaşam var gündemimde. İstanbul Cihangir'de bir bahçe katı ev... Minicik ama çok sevimli. Ağaçlarla çevrili minik bir arka bahçesi var. Şimdilerde bir hurdalıktan farkı yok ama güzel olacak hem de çok. Eliz her gün arayıp bahçeyi soruyor. Tek derdimiz oymuş gibi. Amerika'da kendi memleketim olmamasına rağmen bu kadar zorlanmadım. Emlakçısı ayrı dert nakliyecisi ayrı dert. Yalnızlığıma çok gıcık oluyorum bu yüzden. Geceleri yalnızım diye oturup ağlayamıyorum yorgunluktan ama gün boyu küfür kıyamet gidiyorum. Erdem'de İstanbul'a yerleşti. Maalesef ki yüzüme bile bakmıyor. Beni affetti ama yokluğuyla cezalandırıyor. Eskişehir'deki ailem aslında yoklarmış gibi. Elçin biriyle birlikteymiş. Ciddi düşünüyorlarmış. Eda çocuk büyütüyor ve kocasıyla uğraşıyor. Bir Erdem vardı, o da küstü bana. Babam onun hayallerini yıktım diye mesafeli davranıyor bana. Annemse babamı üzdüm ve uzağa taşınarak onu yalnız bıraktım diye kızgın bana.  Söylemiyorlar ama biliyorum. Çok enteresan bir şekilde umursamıyorum bu durumu.

Amerika'dan döndükten sonra bir hevesle dört elle sarıldım işe. Oraya buraya koşturdum. Ve gördüm ki onların çemberlerine girdiğim anda bana saygı duymadıklarını ve beni birey olarak kabul etmediklerini gördüm. İstedikleri her şeyi yapmak zorunda olduğumu düşünüyorlardı. Yapmadığımda kızıp beni cezalandırmaya kalkıyorlardı. Sürekli hesap vermek durumunda kalmaktan çok yoruldum. Bir gün işlerimi toparlayıp çıktım. Akşam gelecek planımı yaptım ve ertesi günü işe gitmedim. Babam önce çocuksu buldu. Sonra çok sinirlendi.

- Yahu anlamıyorum. Ne yapacaksın? Ne istiyorsun da olmuyor? Sanki herkes açmış kollarını seni bekliyor. Sanki gideceğin yer güllük gülistanlık ! Çocuk oyuncağı değil bu. Amerika dedin Amerika. Gittin geldin, tam bir şeyler oturmaya başlayacak yine gözün kapıda. İyi Ender git! Nereye istersen git! Benden hiçbir destek göremezsin onu söyleyeyim !

- Senden destek falan isteyen yok. Sen babalığını sadece senin istediğin gibi çocuklar olduğumuz sürece gösteriyorsun zaten. Elbette kimse beni beklemiyor ama aç kalmam. Niye kendi hayatımı kurmak istememe bu kadar tepki veriyorsun anlamıyorum. Sen bize bir hayat sundun diye onu yaşamak zorunda mıyım ben? Sanki bana sordun tüm bu serveti yaparken. Nasıl bir diktatörlüktür bu yahu?

Gözyaşlarım daha fazla konuşmama izin vermiyor. Her zaman yaptığım gibi kalkıp ordan kaçıyor, odama kapanıyorum. Yarım saat sonra filan annem geliyor. Endişeli, hoşnutsuz bir surat ifadesiyle bir taraftan beni teselli etmek istercesine yatağın kenarına oturuyor. Çok üzgünüm. Babamın tepkisinin nedenini anlıyorum aslında. Bir destek arıyor kendisine fakat onu anlıyor olmam fikrimin değişeceği anlamına gelmiyor. Bir de bana yapamazsın deyince benim yapasım geliyor. Huyum kurusun!

O konuşmadan sonra fazla kalmadım Eskişehir'de. İkna olurum, hevesim kaçar, korkarım filan diye elimi çabuk tuttum. Öyle çok tepkili gider gibi de gitmedim. Bir bavul hazırladım. Atladım Ankara'ya gittim. Eliz, Ege'yle her nedense Ankara'da yaşıyor. Ben oldum olası severim Ankara'yı da Eliz bildiğin nefret eder. Hatta Ege'de hiç hoşlanmaz. Neyse işte burda yaşıyorlar. Uzun bir aradan sonra beni görmenin verdiği mutlulukla sevgi yumağı oluyoruz Eliz'le.

- Ben istifa ettim.
- Pardon? Ne yaptın?
- İşi bıraktım.
- Hayatım sen işi bırakamazsın. Senin öyle bir lüksün yok. Tribe girme boşuna. Bak şimdi 2-3 gün sana Ankara'nın bağlarını gezdirir tespih dizdirir sallatırız. Kendine gelirsin sonra ilk trenle Eskişehir.
- Arabayla geldim.
- Ha tamam arabana binersin o zaman.
- Ben ciddiyim.
- Ben de çok ciddiyim. Hadi soyun dökün çıkalım. Rakı falan içelim.

Yol boyu geyik muhabbet yapıyor Egeyle Eliz. Ne yalan söyleyim bende depresyonda falan değilim. Kafesinden çıkmış nereye uçsam diye bakınan bir kuş misali. Mutlu ama biraz endişeli etrafıma bakınıyorum. Yemek boyunca goygoy yapıyoruz. Eylül'ü çekiştiriyoruz. Eliz, Ege'ye laf çarpıtıyor. Ege oralı olmuyor, Eliz daha da kuduruyor. Bense sadece gülümsüyorum. Ege bir anda ciddileşiyor.

- Erdem'i gördüm geçenlerde. İstanbul'da denk geldik. Dünya ne küçük. Babayı kafalamış, gitmiş İstanbul'a ofis açmış.
- Evet, öyle oldu. Yani aslında gereklilikti. Erdem de gönüllü oldu.
- E süper. Kafan bozulunca sen de al başını git. Kardeşinle mis gibi.
- Bizim aramız pek iyi değil onunla.

Sessizlik oluyor. Belli ki Eliz kaş göz yaptı Ege'ye. Bu konuda baya baya konuşmak istemiyorum. Gece yine goygoyla devam ediyor. Eve dönünce Eliz'le hep yaptığımız gibi yine bir yatak sohbeti yapıyoruz. Normal de olsa saatlerce tüm derdimi anlatırım Eliz'e ama bu sefer içimden gelmiyor. Uykum geldi deyip yatıyorum. Eliz biraz saçlarımla oynuyor ve sonra gidiyor. Sabah yola çıkmak üzere kendimle anlaşıyor ve uykuya dalıyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder